Yeni bir sene geldi ya, illa ki yeni şeyler yapma ihtiyacıyla kararlar almaktayız. Öylesine yeni olmalı ki bundan sonra yaşayacağımız hayat, mümkün mertebe az mı az benzemeli şimdiye kadar yaşadığımız hayata.
Ne kadar hatamız, kusurumuz, takıntımız varsa bir bohçaya koyduk, bağladık ağzını, attık 2003 senesini geride bıraktığımız boşluğa. İster Amerika’da olsun ister Türkiye’de ortak bir ruh hali içinde bir başlangıç, illa ki bir “milad” arıyoruz kendimize. Bu yüzden böyle uzadıkça uzayan “yeni yıl kararları listesi” yapmalarımız. Sigara tiryakisi misiniz, bıçakla kesilmişçesine bitecek, mademki yeni bir yıl geldi. Yok mesela fazla kilolarınız mı var, hepsi eriyecek, mademki takvim değişti. Mutsuz ve yılgın mısınız geçecek elbet, geçmeli. Değişecek.
Ne var ki o değişimin olabilmesi, yani sahiden, samimiyetle gerçekleşebilmesi için, adı üstünde bir şeylerin değişmesi gerek öncelikle. Hani aynı tas, aynı hamam iken her şey ne nasıl nereye kadar değişebilir ki? Öylesine kilitlenmişiz ki “büyük” projelere küçük olan her şeye, gündelik hayatımızın her safhasına dudak bükmekten bir türlü varamıyoruz Kaf Dağı’nın zirvesine yerleştirdiğimiz ideallere. İlla ki büyük düşünmeli, illa ki büyük oynamalı...
İki ev arkadaşım iki ayrı listeyle çıkagelmişler. Zaten evimiz fıkra gibi nicedir. Bir Rus, bir Amerikalı iki ev arkadaşım, bir de fıkralardaki Türk’ü temsilen ben. Evlerimiz ayrı, mutfağımız ortak ve en önemlisi buzdolabımız. Buzdolabı deyip geçmiyorum. Meğer ne kadar önemliymiş buzdolaplarının mahiyeti, aç bak içine, sosyolojik gözlem psikolojik tahlil yap. Meğer insanları, kültürleri tanımanın en iyi yollarından biri buzdolaplarının içini görmekmiş. Ev arkadaşlarımın ikisi de bambaşka dünyalardan. Amerikalı, bu ülkeyi kasıp kavuran ve tüm diyet listelerinde bir numara olan Atkins Diyeti’nde. Sadece protein ile besleniyor. Meyve yok, karbonhidrat yok, şeker pasta tatlı yok, bol bol et var. Durumu o kadar kanıksamış vaziyette ki, “acıktım!” diyeceği zaman “protein almalıyım!” diyor. En çok gelecekten konuşmayı seviyor. Buzdolabının sağ tarafı ise Rus’a ait. Amerika’ya geleli beş sene olmuş. En çok süpermarketlerde bu kadar bol çeşit olmasını seviyor. Berikinin aksine, tamamen ayrıntılara, markalara, ıcığının cıcığı farklılıklara göre alışveriş yapıyor. En çok geçmişin kötülüklerinden bahsetmeyi seviyor, geçmişten kurtulma peşinde.
“Gelecek rüyası” bu kadar hakim olunca eve, yeni senenin ilk sabahında buzdolabının üzerinde iki uzun liste selamlıyor beni. Amerikalı mutfak arkadaşım 2004 senesinin amaçlarını sıralamış: “Kilo ver, anneannene kart at, kimseye kızma, hep gülümse.” Rus’un listesi hayli benzer: “Daha çok mektup yaz, işe giderken güzel giyin, patrona sinirlendirme, kimseye sinirlenme, gülümse.”
Ben tam “yeni sene kararları listesi”nin buralara özgü bir salgın olduğunu düşünmeye başlarken Türkiye’den gelen e–mailler arasında uzunca listeler selamlıyor beni. “Her şeye sinirlenme, etrafına güzel gözlerle bak, geçmişin üzerine sünger çek, onu unut, bunu yapma...” Merak ediyorum aynı listeler dünyanın bir yerinde bir matbaada basılıp farklı farklı dillere mi çevriliyor? Öyleyse nasıl sızabiliyorlar buzdolaplarımıza, mektuplarımıza, zihinlerimize, zihniyetlerimize?..
İçimizde bir yerlerde kendimize 3. tekil şahıs ağzıyla emirler yağdırmamıza sebep olan bir “gelecek diktatörü” var. Tebessümü bile bir kural haline getiren. 2004 senesinde, illa ki bir amaç gerekecekse, o otorite müptelası buyrukçubaşını çekip çıkarmayı öneriyorum. Sonra bakmayı içimize, üçüncü tekil şahıs ağzıyla değil, birinci çoğul şahıs bakışıyla. Bütün “ben”leri toplayarak bir araya, kimseyi sürgüne göndermeden, utanmadan korkularımızdan, basitliklerimizden, kendimiz olmaktan, mümkün olduğunca çoğul ve içeriden bakmak içimize... Zira dışarıdan verilmiş buyruklardan değil olsa olsa içe dönük gözlemlerden beslenen bir yolculuk adına “değişim” denilen, takvimlerin miladlarını pek de önemsemeyen.
25.01.2004