Ağustos ayı itibarıyla endişeli–anne, ısrarcı–baba, bıkkın–evlat yüzleri dolaşıyor üniversite koridorlarında. Liseden yeni mezun olmuş gençlerin puanları büyüteç altına yatırılıyor teşrih masalarında. Bu puanların hangi bölümleri tutturup, hangi bölümleri kılpayı kaçırdığının hesapları bıkıp usanmadan tekrar tekrar anlatılıyor karşılaşılan ilgili ilgisiz her yabancıya. Torunlarının hatırına, haminne’ler, Kıymethanımteyze’ler, hacıdede’ler de kaptırmış kendilerini bu garip jargona. Onların da dilinden düşmüyor “eşit ağırlık puanı” lafları, “çift dal–yan dal” yapma hesapları, “yatay geçiş” planları.
Her bir öğrenci adayının etrafında küme küme akraba grupları var, onun için neyin iyi olduğunu ondan daha iyi bildiğine inanan akrabalar. Herkesin tek düşüncesi, hangi bölümü seçmek gerektiği. Seçim yapmanın, seçileni kazanmak anlamına geldiğine inanmışız bir kere. Oysa, bir şeyi seçmek demek, tanımı gereği, onun dışında kalan her şeyi reddetmek demektir. Her seçim beraberinde birden fazla reddiye getirir. Seçeceklerimizi planlamaktan fırsat bulabilirsek eğer, seçmediklerimizin çetelesini tutabiliriz bir ara. Ve işte o zaman, tüm bir hayat boyunca attığımız her adım, döndüğümüz her kulvarda sürekli birtakım yolları “tercih yapmak” uğruna, ne çok şey kaybettiğimizi fark etmeye başlayabiliriz belki. Küçük bir örnek: İşletme’yi seçen bir genç, bu seçimi yapmakla aynı anda onlarca ayrı bölümde okumamayı seçmiş demektir. Sosyolojiyi, siyaset bilimini, felsefeyi ya da stilistliği mesela. Peki bu gencin, ya da ona akıl verenlerin bu bölümler hakkında ne kadar fikri var? Tuhaf olan, düşündürücü olan, tercihleri üzerinde bunca kafa yoran insanların, tercih etmedikleri hakkında bir nebze olsun düşünme gereği duymamaları.
Sözlerimi sessiz bir tebessümle dinledikten sonra, saygılı bir ifadeyle yüzüme baktı yanında kızıyla dolaşan orta yaşlarında bir baba: “Çok doğru söylüyorsunuz hoca’anım. Peki şimdi son olarak filolojiyi mi seçerse daha çok iş bulma imkânı olur karşılaştırmalı edebiyatı mı hoca’anım? Hani sizin de tavsiyenizi alalım da, hep birlikte bir son noktayı koyalım artık.”
Gelin biz en iyisi, hep birlikte kararlar vermeyelim tek tek bireyler hakkında. Böyle hep bir ağızdan konulan son noktalar, topluca verilen hükümlerdir aslında. Bırakalım tereddüt hakları saklı kalsın insanların. Bir yolu seçtiklerinde dahi, öteki yolların var olduğunu unutmasınlar, unutamasınlar. Bırakalım yalpalayabilsin, yoldan çıkabilsin, saçmalayabilsin ve bilhassa “vakit kaybedebilsin” insanlar. Mesela çok isteyerek girdikleri bir okulda mutsuz olduklarını görüyorlarsa eğer, soğuyup bırakabilsinler ya da bölüm değiştirmeye kalksınlar; keza bol bol hata da yapsınlar bu arada; bırakalım kendi yaralarını kendi başlarına sarmayı ve kalan izlerle yaşamayı öğrensinler ve hatta eğer istemiyorlarsa hiç okumama gibi bir şansları da olsun hayatta.
Cevap vermekte geciktiğimi görünce, beni yüreklendirmek için yeniden söz aldı ısrarcı baba: “Hoca’anım, bu bizim için hayat memat meselesi.”
Aynı üniversiteden aynı yıllarda mezun olmuş iki kadın tanıyorum. Biri mezun olduğu bölümde kalıp, hiç şaşmadan ve sapmadan devam etmiş yoluna. Teker teker yükselmiş kariyerinin basamaklarını. Öteki bir değil, birçok kez kaybolmuş gönlünün ve aklının haritasında. “Siyasete bulaşmış” mesela; dünyayı değiştirebileceğine, hem de hemen şimdi değiştirebileceğine inanmış yürekten; imkânsızı istemiş, başını belalara sokmuş, âşık olmuş, âşık olunmuş, hüsranlar da yaşamış bolca; birkaç ayrı işte çalışmış, her birinde gördüğü haksızlıklara karşı çıkıp rest çekmiş; hâliyle bir işte dikiş tutturamamış, aşk ölünce evliliğini bitirmiş, arayışını hâlâ bitirmemiş, tereddütlerini hiç kaybetmemiş. O da yıllar sonra berikinin bulunduğu bölüme dönmüş ders vermek üzere.
Koridorda karşılaşmışlar. Aynı başlangıç noktasından hareket ettikten sonra, bambaşka güzergâhlara sapan iki kadın. Biri profesör, öteki değil.
–”Aramıza dönmene çok sevindim” demiş profesör olan. “Şu kararı yirmi sene önce almış olsaydın...”
Akademi, zamanı gram gram tartıp, milim milim ölçenlerle doludur.
Ama işte kimileri bunu “vakit kaybı” olarak nitelendirseler de, bazılarının gözünde de ne üniversitede, ne işte, ne de evlilikte yan dal–çift dal yapmaktır hayat memat meselesi olan.
Hiçbir şey hayat memat meselesi değildir, hayatın kendisinden başka.
Yaşamak başlı başına bir mesele...
04.08.2002