Durgun, kapalı bir öğleden sonra. Ne yazmak geliyor içimden ne okumak tek satır. Kendi durgunluğumdan korkarım her zaman, öylesine hazırlıksızım. Durgunluktan ziyade hareket, kıpırtısızlıktan ziyade kelimelerle aram iyi oldum olası, harfler ve kelimeler ve cümleler, hatta ve hatta şu bildiğimiz noktalama işaretleri, bedenlerini sallaya sallaya sihirli bir raksla salınır gözümde.
Severim onları, onlarla yaratabileceğim hikayeleri. Kelimelerin yanında azalır evhamlarım, sakinleşirim. Beni ürküten kelimeler değil, sessizlik. Som, kalın, kaskatı sessizlik. Bir tek onunla nasıl başa çıkacağımı bilemem. Susarak kavga eden insanlar vardır, tepkisini anlaşılması mümkün olmayan bir sessizlikle gösteren, en çok onlardan ürkerim. Kaosa aşinayım da kosmos bana tuhaf mı tuhaf gelen. Nizam ve huzur.. ikisine de yabancıyım.
Durgun, kapalı, sessiz bir öğleden sonra. Kararıyor içim kelimesiz kalmışçasına. Ama çok değil birazdan değişecek ruh halim. Değişecek aniden. Ney üflemeye geldi bir dost. “Dinle”, dedi “Neden şikayet etmekte...”
Ney beni büyülemiştir her zaman. Her müzik aleti, ister Batılı olsun ister Doğulu, bakana dinleyene, dokunana evvela işlevini, yani müziği çağrıştırır. Ney hariç. Neyde kestiremezsiniz baktığınız bir müzik aleti mi yoksa hâlâ nefes alıp veren bir can mı, daha yeni doğadan kopartılmış, bir dal sazlıktan yeni çıkmış ve sanki her an ona geri dönmeyi bekleyen. Müzikten ziyade “doğa” kokar ney ilk bakışta, buram buram tabiat. Konuştuğunda bile bir yanı suskundur neyin ve belki de bu yüzden, dinlerken içim gider, her an susacak gibi gelir, susuverecek. Nefes almaya bile ürkersin ney dinlerken, ürkütmemek için onu. Öylesine nazenin ve öylesine kudretli aynı zamanda. Ve hayret edersin nasıl olur da hem bu kadar kırılgan, hassas, duygusal, nazenin hem de böylesine dirayetli, kararlı, metanetli, ilkeli, cesur olabilir bir can. Ney yumuşaklıkla kararlılığın karışımı. Başlıyor terennüm. Dem sesleri. Neyzenlerin tabiri ile “buzağı” sesleri....
“Sen sen ol, neye sakın su verme”, diyor dostum. Garip bir tılsımı var bu lafın. Şu hayatta suyla kuruyan, suyla hayat değil ölüm bulan tek şey ney olsa gerek. “Ney’e su verirsen alışır, hani dudakların çatladığında ıslatıp durursan daha beter edersin ya, onun gibi bir parça. Islata ıslata kurutursun. Sesler bozulur. Ney kurursa sesi de kurur. Sonra bir de bakmışsın çatlayıvermiş orta yerinden.” Suyla değil, badem yağıyla ıslatıyor dostum neyini. Saf badem yağı...
Ney neyzenin ruh halinden etkilenir. Değerli araştırmacı akademisyen Cem Behar’ın da belirttiği gibi “Bir neyzenin neşesi olmaz, karnı aç veya tok olur, yanında refakat ettiği sazların akordu pest ya da dik olursa neyzenin çıkardığı sesler mazbut ve hakiki ney sesi olmaz.” “Keyifsizsem keyifsiz çıkar neyin sesi. Hani çocuğunun yanında kavga etmemeye dikkat edersin ya, ben de içimi temizlemeden neyi elime almamaya özen gösteririm.” diyor dostum. Yoksa ney kızar. Yoksa ney kırılır. Yoksa ney darılır.
Sümerler zamanında da vardı ney. Dünyanın en eski kavimlerinden olan Aztekler de tıpkı Mevleviler gibi sema icra eder, ney üflerlerdi, nice Aztek mezarında ve kalıntısında sadece o dönemin uygarlığından değil, neyden de izler bulundu. Keza eski Mısır’dan kalma mezarlarda da mumyaların yanında da vardı ney. Hep vardı.
Durgun ama aydınlık bir öğleden sonra. Ney üflüyor dostum, ruhunu üflüyor bir neyzen ve ben bilmediğim, alışkın olmadığım bir huzurla dinliyorum kana kana.
12.11.2006