Gazetelerde bir haber başlığı: Töre gene can aldı!
Haberin altında bir genç kadının fotoğrafı. Artık yaşamayan, solmuş bir tebessüm. Türkiye’de kaç kadın babaları, ağabeyleri, kardeşleri ya da kocaları tarafından “denetleniyor” ve bu kesintisiz denetimden memnun kalınmadığı takdirde, dayak yiyor, şiddete uğruyor, hatta öldürülüyor ya da intihar etmeye zorlanıyor?
Son yıllarda Türk medyasına daha çok yansımaya başladı bu dikenli konu ve buradan hareketle, pek çok insan “acaba bu tür vakaların sayısında artış mı var?” diye sormaya başladı. Bence ortada bir “vaka artışı” değil, “bilinç yükselişi” var. Kanımca, son zamanlarda bizler, toplumun geri kalan kesimleri memleketimizde bir “töre cinayeti meselesi” olduğu gerçeğine uyanmaya başladık. Eskiden saklı kalabilen hadiseler artık saklı kalmıyor, kalamıyor. Duyuluyor, tartışılıyor, konuşuluyor. Bu kendi içinde olumlu bir kademe olsa da, hâlâ en büyük ve en köklü meseleyi konuşmaya başlayabilmiş değiliz: Namus anlayışımızı.
Dicle Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı’ndan Prof. Aytekin Sır’ın yaptığı araştırmada, hem şehir merkezlerinden hem de Kürt-Zaza-Arap ve Alevi köylerinden seçilen deneklere “Namus nedir?” sorusu yöneltilmiş. % 32,9 ile cevap “karım, bacım, annem, ailem”. “Bu konuda erkeğin görevi nedir?” sorusuna ise, % 70 “sahip çıkmak”, % 13,9 ise “denetim altında tutmak” demek. Bu mantık uyarınca kadınlar her an her dakika hata yapmaya, “yoldan çıkmaya” hazır mahluklar. Öylesine iradesiz ve kişiliksiz. Onları göz hapsinde, camdan duvarlar içre tutmak lazım ki, hata mata yapmasınlar. Düşünüyorum, töre can alır mı? Bu tür ifadeler kullanarak “töre” adlı hayalî bir özne yaratıyoruz. Sanki o emrediyor, çaresiz insanlar da boyun eğiyor. Bir gudubet, heyula, bir canavar sanki şu töre. Onun karşısında ümitsiz ve iradesizmişiz gibi bir anlam yaratılıyor. Oysa kadınlarımızın canlarını alan “töre” adlı bir özne değil, insanlar! Hem de en yakınlarındaki akrabalar. Kuralları yorumlayan, cezaları biçen onlar. Üstelik “töre” kelimesi, sadece belli bir etnisiteyi, daha açık söylemek gerekirse genellikle Kürtleri çağrıştırıyor. Oysa bu tür olaylar salt “Kürtlerin meselesi” değil. Bu dert sadece Kürt kadınların derdi değil... Hepimizin meselesi. Bunun için “töre cinayeti” tanımlaması son derece yanıltıcı olabiliyor. Belki de mümkün mertebe “namus cinayeti”, hatta “namus kisvesi altında işlenen cinayetler ve saldırılar” demek lazım.
Elimde 2004 ve 2005 senesinin KAMER raporları. En zorlu şartlarda hemcinsleri için çalışmaktan geri durmayan, en çaresiz kadınlara ışık tutan ve tüm bunları kısıtlı imkanlara ve tabulara rağmen yapan cesur ve yılmaz bir kadının, Nebahat Akkoç’un analizlerini okuyorum. British Council ile KAMER’in ortaklaşa yürüttükleri kampanyada kadınlara karşı şiddet konusunda genel bilincin artırılması ve mağdur durumdaki nice kadına bir umut sunulması hedefleniyor. KAMER’in ve Akkoç’un vurguladığı gibi Türkiye’de kendi akrabaları tarafından baskıya uğrayan nice kadın var. Bu kadınların çocuklarıyla beraber başvurabilecekleri, acil durumlarda gidip sığınabilecekleri birimler oluşturmalı. Gece gündüz ulaşabilecekleri telefon hatları kurulmalı. Ve daha da önemlisi, toplumun geri kalanı, yani bizler, “namus adı altında işlenen cinayetler”in orada uzakta birtakım geri kalmış köylerde bazı cahil insanların işlediği bir “sıra dışı hareket” olmadığını, meselenin hepimizi ilgilendiren ve aslında hepimizi töhmet altında bırakan boyutları olduğunu görmeliyiz. İhtiyacımız olan şey zihinsel bir devrim. Evvela zihinlerimizi değiştireceğiz. Sorguya çekilmesi gereken bir şey varsa o da genç kızlarımız, kadınlarımız değil, kendi kireç tutmuş zihinlerimiz!
03.12.2006