Aile kurumu edebiyatın kolay kolay vazgeçemeyeceği konulardan. Yazmakla kurutulamayacak bir dipsiz kuyu, geçmişe olduğu kadar bir türlü geçip gitmeyenlere de dair.
Ben henüz rastlayamadım ama sürekli söylüyorlar, rivayet o ki, mutlu aileler de varmış, birtakım hallerinden hoşnut, yaşamlarından pek bir memnun aile fertleri. Varlıklarından bunca dem vurulduğuna göre doğrudur herhalde, elbet mevcutturlar bir yerlerde. Ama hakikaten varlarsa bile, sanatı ve edebiyatı besleyen o mutlu ve müstesna aileler değil, katman katman dert, tortu tortu karmaşa olan aileler olagelmiştir hep. Sade Türk edebiyatında değil, dünya edebiyatında da. Ne de olsa Anna Karenina’nın meşhur tespitinde belirtildiği gibi, “mutlu aileler hep birbirine benzer. Ama mutsuz ailelerin her biri farklı biçimlerde, başka başka sebeplerden ötürü mutsuzdur”. Ve hemen arkasından romanda okuyacağımız ailenin hangi kategoriye girdiğine dair ilk ipucunu sunar Tolstoy, Oblonsky’lerin evinde düzgün giden pek bir şey olmadığını belirterek. Anna Karenina, Babalar ve Oğullar, Karamazof Kardeşler… Klasik Rus edebiyatının neredeyse tamamı. Carson McCullers, Toni Morrison, Joyce Carol Oates gibi Amerikan edebiyatının kalemşörlerinin eserleri. Ve bizden nice nice örnekler, Yaprak Dökümü, Kırık Hayatlar, Tante Rosa, Ölü Erkek Kuşlar, hatta Akile Hanım Sokağı ve her şeye rağmen Sinekli Bakkal, Mor Salkımlı Ev… Hayali hakiki ailelerde tortulanan mutsuzlukların izlerini takip etmek edebiyatçının işi. Bulmak ve anlamlandırmak bunca kederin, incinmişliğin kökenini ve kuşaktan kuşağa devredilen yanlışlıklar komedisini. Kim ne derse desin, gölgeli gececil ailelerdir edebiyata feyz veren. Güneşli ailelerden olsa olsa kasvetli romanlar çıkar.
Her ailenin en az bir vakanüvisi olsa gerek ve onlar, edebiyatçının aksine izleri keşfetmekten ziyade silmeyi görev bellemiştir kendilerine. Bilhassa anneler ellerinde toz bezleri, tozunu kirini ala ala aile tarihlerinin, çiçekli böcekli kaneviçe tarihçeler işlerler ne vakit geçmişe yönelik tatsız bir soru gelse çocuklarından. Tıpkı resmi tarih gibi, aile tarihleri de ara ara topyekun temizlik yapmayı sever geçmişin tutanaklarında. Diyelim ki üç kuşak öncede yüz kızartıcı bir suç işlemiş bir amcanız, kendini cümle âleme rezil rüsva etmiş bir büyükbabanız, ya da hiçbir suçu olmadığı halde aile büyükleri tarafindan deli olarak damgalanmış bir uzak akrabanız var, zinhar haberiniz olmaz hiçbirinin varlığından. Unutulmuştur çünkü, unutturulmuştur. Hatırlatmaktan ziyade unutmaya, bilmekten ziyade bildirmemeye yöneliktir aile arşivlerimiz.
Ne kadar az şey biliyoruz iki-üç kuşak dahi öncemize dair. Düne dair bilgilerimiz gündelik kek-çay ya da bayram sohbetlerinin üzerine tutam tutam serpilen anılardan, rivayetlerden ibaret. Daha ötesini araştırmaya kimin vakti var ki? Ya da niyeti? Araştırsak üzücü şeylerle karşılaşacağız muhakkak. Mesela belki de bugün hâlâ mirasını afiyetle yediğimiz bir mal varlığının filanca büyükbabamız tarafından haram lokma ile kazanıldığını, tarihin bir dönemecinde bir başkasından zorla alındığını öğreneceğiz. İstanbul’da Anadolu’da nice azınlık mensubu evlerini mekanlarını terk etmeye mecbur kaldılar yakın tarihimiz boyunca çeşitli kavşaklarda. Azınlıkların mal varlıklarını ucuza kapatarak parsa toplayan nice yeni yetme tüccar, işadamı peydahlandı o dönemlerde. Belki de aralarında bizim de akrabalarımız var. Ya da başka bir senaryo. Büyüdüğümüz kasabada, köyde, mahallede dışlanan, herkesçe canı acıtılan birinin çektiği cefada, ya da mesela bir kadının damgalanıp horlanmasında ya da bir çocuğun öksüz kalmasında belki de bizim babamızın, büyükbabamızın, büyükbüyükbabamızın payı var. Kim bilir belki de izini sürsek geçmişlerimizin anlayacağız ki kendilerinden özür dilenmesi gerektiği halde unutulup gitmiş insanlar var, öyleyse bizim gidip de özür dilememiz gerekenler var, kendi adımıza değil, üç, beş, on, yüz kuşak önce yapılanlar adına. Affını dilememiz gerekenler bugün yaşamıyor olabilirler. Ama ruhlarından özür dilemek mümkün ya da torunlarından. Sadece özür dilemek değil, kimi zaman salt bir selam göndermek. Hani bir gün öylesine, kendi kanınızdan gelen ölülere rahmet okurken mesela büyükbabanızın kapı komşusu, aile dostu ya da aksine belki de hasmı olan Hagop Efendi, Artun Bey, Moris için de dua edebilmek, onlara da bugünden bir selam gönderebilmek çok mu zor?
Ne mi değişecek? Görünürde hiçbir şey. Ama bu kadar mağrur olmayacağız belki, kendi doğrularımızdan böylesine emin. Mademki geçmişin kapılarından geçebilmek niyetimiz, ister istemez eğilmeyi öğreneceğiz bir parça, ezilmeyi değil bükülebilmeyi. Unutkanlık bulaşıcı illet, bireyselden toplumsala, toplumsaldan küresele katman katman siliniyor ailelerin geçmişinde kalmış ama aslında hiç geçmemiş hüzünlerin tutanakları.
08.02.2004