Hrant ın arkasından yazı yazmak için oturmuşum kâğıdın başına. Kâğıt bana bakıyor, ben kâğıda. Yazdığım her cümle eksik geliyor, kurabileceğim her dil mânâsını yitirmiş.
"Ağlamaktan gözlerimiz kurudu artık." diyor Rakel, yarı mahcup, sanki bu da bir suçmuşçasına bu topraklarda. Ben "gözpınarları kurudu" lafını bir metafordan, bir dil benzetmesinden ibaret zannederdim. Değilmiş meğer. Hakikaten çekilirmiş meğer gözyaşı gözden, tıpkı bir ananın memesinden kesilen süt gibi, bir gecede ağaran saç gibi, damla damla eriyen beden gibi, gözpınarları da kururmuş meğer kahırdan. Bilmezdim...
Rakel, Hrant ın bunca senelik karısı, çocukluk aşkı, çocuklarının annesi, gönüldaşı, ruhdaşı... Şimdi Rakel in yerine, onun o kuruyan gözpınarlarının yerine gözyaşı dökebilen, yasına ortak olabilen, vicdanıyla düşünen bir Türkiye mi yaşadığım, soluduğum, sevmekten hiç vazgeçemediğim bu memleket? Rakel in yerine ağlayanlar var mı sahi, onu hiç tanımasalar da, yolları onunla hiç kesişmemiş olsa da, uzakta olsalar da, bu Anadolu kadınının acısını ta yüreciklerinde sızım sızım hissedebilenler var mı? Kaç kişi? Kaç kişi olunca çok, kaç kişi olunca yeterli... Tereddüt ediyorum ilk defa. Belki de kuruyoruz topluca, toplumca. Kelimelerin suç, düşünmenin tehlikeli, farklılığın ayıp olduğu yerde, kurutuyoruz kendi potansiyelimizi, harcıyoruz kendi güzelliğimizi.
Güzeliz çünkü, her şeye rağmen. Mademki insanız, güzeliz demektir.
Çünkü "Biz insanı en güzel şekilde yarattık." diyor Kur ân-ı Kerim. Ama ardından diyor ki, "Sonra onu aşağı âlemlerin en aşağısına indirdik." Başkasının acısını kendi etinden et koparılmış gibi yaşayamadıktan sonra, eşref-i mahlukat payesini nasıl hak edebilir ki insan oğlu, insan kızı insan? Nedir en güzel şekilde yaratıldığı halde, bu kadar pür, böylesine özel olduğu halde ta aşağı âlemlerin de aşağısına inmesine sebep olan Adem oğullarının, Havva kızlarının? Tüm ömrümüz boyunca, vaktiyle o düştüğümüz mertebeye yeniden çıkabilmek, kendimizi geliştirmek, gönül gözümüzü açmak, herhangi bir milletten, etnik kökenden filan değil, her şeyden evvel insan olabilmek ve kâinatı içimizde eritmek için sonsuz çaba göstermekle yükümlü değil miyiz? Yüreğini genişlete genişlete, anlayışla, aşkla... Bu âlemde öğretmen değil, öğrenci olduğunu unutmadan, başkalarından da, yabancıdan da, farklı olandan da, hatta senin fikirlerini zerre kadar paylaşmayandan da öğrenecek bir şeylerin olduğunu akıldan, tevazuyu özünden çıkarmadan... Rakel in gözpınarları kurur da, bir insan canına kıyabilecek kadar insanı insanlıktan uzaklaştıran kinin ve şiddetin ve hamasetin kaynağı kurumaz mı?
Hrant ın arkasından yazı yazmak için oturmuşum kâğıdın başına. Kâğıt bana bakıyor, ben kâğıda. Hrant ın arkasından yazı nasıl yazılır bilmiyorum ki. Hrant ile sohbet edilir, her kelimenin rengini tada tada. Onunla yemek yenir, hüzünlü keyifli dost meclislerinde. Hrant ile türkü söylenir, Sarı Gelin in Ermenicesi ondan dinlenir. Hrant ile hikâyeler anlatılır, geçmişten bahsedilir ve bir türlü gelmeyen o güzel gelecekten. Hrant ile düş kurulur, umut edilir, daha iyi, daha aydınlık, daha demokrat bir Türkiye ye, bunun mümkün olduğuna inanılır. Hrant ile beraber insana ve insanlığa dair ümidiniz tazelenir. Onunla hafıza önem kazanır ve yürek... yüreğiniz sızlar. Sızlaması güzel, der muhtemelen Hrant, var ki sızlıyor... Hrant ile sorulara cevap aranır. Osmanlı nın torunları olan bizler, bir imparatorluktan kalan bu toprakların mirasçısı olan bizler, Osmanlı kadar çok sesli, çok kültürlü, Osmanlı kadar çoğul yaşayabilecek miyiz tekrar? "Ermeni" ya da "Rum" ya da "Yahudi" lafını bir küfür gibi kullanmadan, hakça, âdilce ve daima bir arada? Hrant ile insanları bölen ve ayıran farklılıklar değil, insanları birbirine bağlayan ortaklıklar önem kazanır. Hrant ile tüm bunlar yapılır biliyorum da onun arkasından yazı nasıl yazılır bilmiyorum...
23/01/2007