Bu hafta Time dergisi, hâlâ hakkında bu kadar az şey bildiğimiz, hâlâ bir muammadan ibaret olan insan beyni hakkında özel bir dosya hazırladı. Dosyanın en çarpıcı iddialarından biri `beynin kendi kendisini yenileme ve yeniden düzenleme` kapasitesi hakkındaydı.
Yapılan araştırmalara göre sadece muazzam bir dolambaç değil insan beyni, aynı zamanda kendini yeniden programlamayı başarabilen neredeyse sonsuz bir yaratıcılık kaynağı.
İnsan beyni kendini yeniden yapılandırabiliyorsa eğer, bugün düşündüğümüzden farklı şekillerde düşünmeye de muktediriz demektir. Bugün temel aldığımız yargılar, kanaatler, çıkarsamalar ve düşünce sistematiği... Hepsi aslında değişime açık. Peki fiziksel olarak geçerli olan bu dönüşüm kültürel olarak geçerli değil mi? Bireyler için geçerli olan, daha genel bazda toplumlar için geçerli olamaz mı? Düşünce sistematiğini yeniden yapılandırabilir mi toplumlar? Mesela her 50 ya da 100 senede bir, adeta bir bahar temizliği beynimizde olamaz mı? Bu yüzden mi Mevlânâ nın sözündeki hikmet? Bu yüzden mi, Dünle beraber gitti cancağızım düne dair ne varsa, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Türkiye bir geçiş sürecinde. Ağrılı, sancılı, zahmetli ve yorucu bir doğum bu. Ama bu memleketin ortak vicdanına ve derviş damarına inanan herkesin teslim ettiği bir nokta var: Bu bir mevsim ve her mevsim gibi bu da geçecek. Ömrümüzün baharı değil, karakışı olacak belki, zemheri soğuğu gibi kesen ve üzerimize çöken bu kötümserlik. Ama sonuçta kış da, fasl-ı hazan da bir mevsim. Gelip geçmeye mahkûm. Bir ara dönem bu. Muktedir devlet geleneğinden gelen bir ülke, sivil toplumu ve çoğulculuğu toplumsal dönüşümün ana motoru olarak görmeyi deniyor. Medya ve toplum içinden çıkan onlarca ses içe kapalı mı yoksa dünyaya açık bir Türkiye mi arzuladığını tartışıyor. Batı ya karşı hem yönelim hem güvensizlik duyan bir toplum Batı yla ilişkilerine yön vermeye çabalıyor. Merkez-kenar ilişkisi yeniden tanımlanıyor. Statükocular ile değişimden yana olanlar sadece fikirsel çatışmayı değil, bir arada yaşamayı da öğreniyor. Üç askerî darbe atlatmış bir ülke demokrasiye olan inancını sınıyor. Türkiye, bunun farkında olsa da olmasa da, aslında dünya tarihinde pek çok ülkenin demokrasi yolunda yaptığı gibi bir dönemeçten geçerek, düşünce sistematiğini yeniden yapılandırıyor.
Bunu yaparken kendi beyinlerini harcıyor ne yazık ki. En yaratıcı, en cevval beyinlerini... Yurtdışında okuyan ya da doktor, mühendis, bilgisayar programcısı vs. olarak Amerika ya, Avrupa ya, Avustralya ya yerleşen Türklerden çok fazla mail alıyorum. Ortak bir hikâye var anlattıkları. İlk başta buraya geçici bir süreliğine geldik zannediyorduk, katiyen niyetimiz yoktu buralara yerleşmeye. Hatta master ya da doktora ya da kaydolduğumuz program bitince döndük de memlekete. Ama olmadı. Türkiye de insan o kadar gereksiz şeylerle yıpratılıyor ki, üretmeye, beraber üretime zaman kalmıyor, takatin kalmıyor...
Kendi beyinlerini harcayan bir ülke Türkiye. Önümüzdeki senelerde küstürdüğümüz çocuklarımızdan kaçını geri getirtebileceğiz? Yoksa gidenlere yenileri mi eklenecek? Tek tek bu kıymetli beyinlerimizi yeniden kazanmanın yolu, toplumsal olarak düşünce sistematiğimizi yeniden yapılandırmamıza bağlı.
06/02/2007