Kızlarına aşkı yasaklayan bir ülkede yaşıyoruz. Âşık oldukları için, kocaman ve deli bir yürek taşıdıkları, yürekleriyle hareket ettikleri, hayal kurabildikleri, hayalperest oldukları için genç kızlarını cezalandıran, harcayan, solduran bir ülke.
Onlarca genç kadın öldürülüyor bu memlekette, kendi özbeöz abileri, kardeşleri, yeğenleri, babaları tarafından. Ömürlerinin baharında soluyorlar. Ve bizler, memleketin diğer yerlerinde yaşayanlar, yani “uzaktakiler”, bir iki vah vah cık cık edip, sanki tüm bunlar “birtakım lokal meseleler”den ibaretmiş gibi kayıtsızca devam ediyoruz hayatımıza. Oysa ne etnisite ne lokallikle, ne de “orda bir köy var uzakta gitmiyoruz madem bizim değildir” yaklaşımıyla açıklanabilir, çözümlenebilir töre cinayetleri.
Medya için bu mesele temelde haber değeri taşıyor, esas önemi buradan kaynaklanıyor. Birkaç kocaman resim, katilden çok kurbanı odak noktası yapan ve incelemeye alan, yanına da çalakalem hikâyesi döşeniyor. O kadar. Politikacılarınsa umurlarında bile değil. Kaç milletvekili samimiyetle, yeterince irade ve kararlılık göstererek üzerine gitmeye hazır bu korkunç yaranın? Meclis yeterince hızlı ve tutarlı hareket etmiyor, buna gerek bile duymuyor. Onlar geciktikçe her gün yeni cinayetler işleniyor. Son derece büyük özverilerle ve tamamen gönüllülük esasına göre çalışan KAMER gibi nadir kuruluşlar bir yana, kimsenin elini uzattığı yok töre cinayetlerinin kurbanlarına. En çok yardıma, rehberliğe ihtiyaç duyan, en az okumuş okutulmuş, parası arkası kimsesi olmayan genç kadınlar çaresiz ve yapayalnız bırakılıyor. Sadece birer rakamdan ibaretler istatistiklerde.
Bu hengâmede Şanlıurfa kültür müdürü çıkıp da bir töre cinayeti tanımı yaptı. Artık içimiz rahat. Meğer üzülecek bir şey yokmuş. Zira tanıma göre “Töre, aileden habersiz kaçan, eşini aldatan kişiler için geçerlidir, masumlar için değil.” Yani “birtakım kötü kadınlar”ın derdi bu töre cinayetleri. Evlerinde uslu uslu oturan, çoluk çocuk büyüten iyi kalpli ve namuslu Türk kadınları üzülmesin, gencecik öldürülen hemcinslerine vah vah etmesinler. Bir başkasının acısını yüreklerinde hissetmesinler. Zira kadınlar ikiye ayrılıyor resmî ağızdan: iyi kadınlar (onlar saygıyı hak eder) ve kötü kadınlar (onlara her şey müstehak, katl bile).
Sahi kim bu kötü kadınlar? Nasıl tanırız onları? Eski Yeşilçam filmlerindeki gibi ekşi ekşi pis pis kahkaha mı atarlar, şuh bir edayla? Oradan mı bulabiliriz izlerini? Sahi kim ne hakla hangi sıfatla karar veriyor hangi kadınların “iyi” hangilerinin “kötü” olduğuna? İnsanları böyle tepeden bakıp, elde cetvel “karalar” ve “aklar” diye ayırarak kim nasıl karar verme yetkisi buluyor kimlerin masum olmadığına, dolayısıyla şiddete müstehak olduklarına? Ne hakla başkasını yargılıyor, damgalıyor, öteliyor, dışlıyor ve üstüne üstlük gencecik insanların ölüm fermanına imza atıyor insanoğlu?
Sırf son üç senenin töre cinayetleri raporlarını bile oturup okumak zahmetine katlanmak yeterince fikir veriyor oysa. Orada tek tek anlatılıyor her bir dram. Antep, Mardin, Diyarbakır, İstanbul, Berlin... Öldürülen bu kızlar, bu kadınlar, hepimizin utancı hepimizin acısı. Onları yaşatmadığımız, yaşatamadığımız yetmiyormuş gibi bir de arkalarından “kötü kadın” imasından bulunmak nasıl açıklanabilir, hangi vicdana sığar?
Şanlıurfa yöneticilerinin yaşadıkları şehri sevmeleri, daha güzel tanıtmak istemeleri son derece doğal ve anlaşılır bir talep. Şehrin isminin sadece töre cinayetleriyle gündeme gelmesinden rahatsızlık duyanlar olabilir, bunda da haklılar. Ancak bu karanlık durumu değiştirmenin yolu, çiçekli laflarla meseleyi örtmeye çalışmaktan, kurbanları suçlamaktan, -mış gibi yapmaktan geçmiyor. Töre cinayetleri yokmuş gibi, varsa da “canım bize ne, abartmaya ne hacet, birtakım kötü kadınların meselesi”ymiş gibi göstermek ne vicdana sığar, ne de Şanlıurfa’ya ya da Türkiye’ye yarar getirir. Töre cinayetleri, değil abartmak, üzerine yeterince eğilmediğimiz ciddi, derin ve yaygın bir meseledir. Hepimizi yaralar, hepimizi ilgilendirir ve ancak hepimiz ortak bir bilinç ve vicdanla harekete geçtiğimizde azalır ve azala azala, tavsaya tavsaya tamamen kaybolur bu topraklardan günün birinde.
08.04.2007