Bireylerin hayatında masumiyetin yitirildiği anlar vardır. Bir dönemeç gelir, aniden bitiverir çocukluk çağı; bir daha asla aynı olmaz, olamaz hayat. İnsan istese de iyimser kalamaz, naif kalamaz, saf ve umutlu olamaz ondan sonra.
Tıpkı bireyler gibi toplumların da hayatlarında masumiyetin kaybedildiği anlar vardır bazen. Bir daha geri dönmemecesine. Malatya da yaşanan insanlık dışı katliamlar siyasi tarihimizde masumiyetin bittiği noktadır. Diyebilirsiniz ki bu ülkenin tarihinde daha evvel de son derece hazin olaylar yaşandı. Neler neler geçirdi Türkiye, ne suikastlar, çatışmalar, kavgalar, acılar... Doğru, bütün bunlar oldu elbette. Ama böyle bir vahşet yaşanmamıştı yakın tarihimizde. Böylesine acımasız, bir yandan insan hayatına kıyıp bir yandan da yaptıklarını cep telefonuna kaydedecek kadar soğukkanlı bir katliam yoktu bu toplumun belleğinde.
Malatya da işlenen cinayetleri beş-altı delikanlının galeyana gelip haddini aşması olarak yorumlayanlar var Türk basınında. Oysa bu, yapılabilecek en kolay ve kolaycı çıkarsama. Keza "bu hadise bir provokasyondan ibarettir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ortalığı kaynatmak amacıyla yapılmıştır" demekle de açıklanamayacak kadar hazin ve çok boyutlu bir mesele var ortada. Malatya da olanları anlamak anlamlandırmak için hepimizin kendimize ve birbirimize sormamız gereken son derece temel bir soru var: Oğullarımızı nasıl yetiştiriyoruz? Sahi biz bu ülkede oğlan çocuklarını nasıl büyütüyoruz?
Oğul analarından başlayalım, her şey onlarla başlıyor, olayların gidişatı büyük ölçüde onların elinde. Oğlan-anaları çocuklarına, daha doğdukları andan itibaren kız çocuklarından daha kıymetli, daha önemli olduklarını öğretiyor. Bu ülkede daha "çocuk" olamadan, "mühim adam" oluyor oğlanlar. Ardından ailenin, sülalenin, mahallenin şerefinin namusunun onlardan sorulduğunu öğretiyoruz. Bir oğlan çocuğu doğduğu andan itibaren kız kardeşlerine üstün görülerek büyütülüyor. Kendini hayatın merkezi sanarak... Babalar oğullarını çok sever bu toplumda; ama nedense bir türlü göstermezler sevgilerini, belli edilmeyen sevgi neye yararsa...
Erkek adam olarak ağlamaması, duygusal olmaması, mümkün mertebe duygularını bastırması salık veriliyor oğlanlara daima. Karıncayı incittim diye üzülebilir bir kız çocuğu, kimse yadırgamaz bunu; ama karıncayı incitmeye çekinen bir oğlan çocuğu yadırganır, fazla "yumuşak" bulunur. Her adımda "sert abi" olmaya özendiriliyor bu toplumda oğlan çocukları. Yaşlarından öte bir yetki ve otoriteye sahip oldukları inancı aşılanıyor onlara. Ve en önemlisi, başkalarının hayatlarına karışma hakları olduğu belletiliyor, halka halka. "Kız kardeşinin namusu, yengenin namusu, mahallenin namusu, memleketin namusu.... senden sorulur" diye diye...
Oğullarımızı yanlış yetiştiriyoruz. Şu andaki siyasi konjonktürün yanı sıra bu temel hakikati de görmek ve değiştirmek zorundayız. Her türlü ideolojik propaganda, konjonktüre bağlı etken bu temel yapı üzerine oturuyor. Kitap okumayan, gazete okumayan, cehaleti kutsayan, bilgiye önem vermeyen, yabancı olan her şeye tepki duyan, kulaktan dolma laflarla dolduruşa gelen, internette bulduğu yanlış eksik laflara inanan, tedirgin ve kaotik bir dünyada bulamadığı güveni "büyük ağbiler"de arayan, karşı cinsi yeterince tanıyamayan, aşkı yaşayamayan, kendini de tanımayan, yeterince sevilmeyen, canı yanan, bu yüzden can yakan, kolay kanan, kolay kanatan oğullar yetişiyor Türkiye de. Bir değil, beş değil sayıları... Malatyadaki korkunç hadiseden sonra hepimizin durup aile yapılarımızı sorgulamamız, Oğullarımızı nasıl yetiştiriyoruz? sorusunu kendimize sormamız lazım.
24 Nisan 2007