Sömürgeciliğin ve emperyalizmin ana motorlarından biri, "bazı milletlerin bazı milletlerden aşağı olduğu" inancıdır. Hiyerarşik bakar kolonyalist zihniyet evrene ve insanlara.
Tür tür, bölük bölük ayırır insanlığı ve ardından dizer bir hiyerarşi içinde. Bazı milletlerin bazı milletlerden daha kıymetli, daha ileri, daha önemli olduğu sonucunu çıkartır bu şablondan. Ardından "Bon pour l Orient" saptaması yapar. (okunuşu: "Bon pur loryan"). Bu cümle "Şark ta geçerlilik taşır" ya da "Doğu ya yakışır, Doğu ya özgüdür" anlamlarına gelir. Kısacası "Batı ya da Batılılar için uygun olmayacak kadar kalitesiz, eksik gedik; ama Doğu nun kıstasları içinde uygun, hatta gayet iyi" manasında. "Batı ya layık olamaz ama Doğu ya fazla bile..."
Ne yazık ki geçmişte kalan bir laf değil "Bon pour l Orient". Ne yazık ki sona ermedi 19. yüzyılla beraber. Bugün hâlâ benzer yaklaşımlar içinde nice Batılı siyasetçi ve gazeteci. Türkiye ye bakarken de bu gözlüklerle bakıyorlar hâlâ.
"Türkiye de yaşıyor olsam ben de feminist ya da postfeminist olma gereği duyardım. Ama Batı dünyasında feminizm çoktan geçerliliğini ve gerekliliğini yitirdi. Tamamen cinsiyetler eşitliği sağlandı" benzeri bir laf ediyor Amerikalı bir akademisyen kadın İstanbul seyahatinde. Hayretle bakıyorum kendisine. O kadar emin ki "ataerkilliğin" sadece kendi memleketinin Doğu suna özgü bir mesele olduğundan. "Batı aşmış bunları" diye düşünüyor, "Şark ta durum farklı, oralarda feminist olmak için sebep de var zemin de..."
Bon pour l Orient mantığı burada da devreye giriyor. "Batı da feminizme gerek kalmadı, Doğu da geçer akçe" olabilir hâlâ. Sanki farklı bir kumaştan, farklı bir malzemeden yapılmış "Batılı kadınlar" ve "Öteki kadınlar". Sanki evrensel bir problem değil ataerkillik, sanki kadınlar hâlâ ve ısrarla maruz kalmıyor her türlü tacize, dayağa, şiddete, ayrımcılığa, hem Batı da hem Doğu da.
Türkiye deki pek çok aklı başında, yazan çizen kadın, Batılı "kız kardeşleri"nin kendilerine hiyerarşi içinde yaklaştığını hissedebiliyor ve bundan rahatsızlık duyuyor. Kendilerine eşit yaklaşılmamasını, aradaki benzerliklerin ve ortak paydaların görülmemesini eleştiriyor.
Son zamanlarda bu "Bon pour l Orient" mantığı bir kez daha zuhur etti, dikildi karşımıza. "Türkiye de darbe tehlikesi"ni analiz eden kimi Amerikalı gazeteciler yazılarında "bu ülkenin kendine has koşulları, farklılıkları var" gibi laflar ettiler. AB başta olmak üzere tüm Avrupa ülkeleri ve kurumları demokrasinin vazgeçilmezliğini vurgularken, ne hikmetse bazı Amerikalı uzmanlar "Türkiye zaten bir tuhaf, kendine has bir yapısı var" dercesine bir yaklaşım içine girdiler. Sanki demokrasi Batı için geçerli bir rejim de, geri kalan memleketler için farklı yönetim biçimleri olabilir. Eh, Türkiye de arada bir yerlerde olduğuna göre...
Demokrasi evrensel bir değerdir. "Doğulu" da "Batılı" da aynı şekilde hak eder. Kimse kimseden daha az ya da daha çok layık değildir demokrasiye. Eğer demokrasiye inanıyorsak, evrensel bir ilke olarak inanıyoruz demektir. Şark için başka Garp için başka diye değil...
22 Mayıs 2007