"Türkiye de kitap okurlarının çoğu kadın mıdır?"
Belki evet belki hayır. Kestirmesi zor.
"Peki Türkiye de roman okurlarının çoğu kadın mıdır?"
İşte bu sorunun cevabı "evet".
Her yaştan, her meslekten kadın. Üniversite öğrencileri, banka memureleri, emekli hocahanımlar, bebek bakıcıları... Etrafınıza bir bakın. Yollarda, havaalanlarında, vapurlarda, evlerde, piknik yerlerinde elinde bir roman tutanların çoğu kadın. İmza günlerine, söyleşilere, kitap fuarlarındaki etkinliklere gelenlerin çoğu kadın. Okudukları romanlar hakkında samimi, kişisel mektuplar, e-mailler yazan, fikirlerini, hayallerini o romanların yazarlarıyla paylaşanların çoğu kadın. Türkiye de kadınlar erkeklerden daha çok roman okuyor. Türkiye de kadınlar erkeklere nazaran edebiyatı daha yakından ve iyi takip ediyor.
Geçmişten bir imza günü. Bir de bakıyorum, Bit Palas ı imzalatmaya getiren kadın okurların hatırı sayılır bir kısmı, kitabın kapağını tam ucundan katlamış. Kapağın o ucunda bembeyaz çeyizlik bir dantel üzerinde gezinen siyah, kocaman bir hamamböceği resmi vardı. Bu kadınlar okudukları kitabın kapağında hamamböceği görmeye dayanamıyorlar. Devamlı çantalarında, yanlarında dolaşacak romanın, evleri gibi tertemiz olmasını istiyorlar. Sonuç: Ucu katlanmış kapaklar. Belki bir sebep "temizlik düşkünlükleri" ama bir başka sebep de romanla kurdukları ilişkinin yakınlığı. Hiçbir erkek okurun bunu yapacak kadar bir romanı hayatına kabul ettiğini görmedim.
Kadın okurlar yazarın cinsiyetini, sanıldığı kadar önemsemiyorlar aslında. Yazarın kadın mı erkek mi olduğunun, hatta yaşının pek bir önemi yok. Türkiye deki kadın okurlar "kitabın cinsiyetini" önemsiyorlar. Ne de olsa erkek romancılar da "dişi roman"lar yazabilir. Ve her kadın romancının her yazdığı "dişi" değildir. Ben bugün geriye dönüp baktığımda tek tek ayırabiliyorum romanlarımın cinsiyetlerini. Şehrin Aynaları eril bir roman. Araf eril bir roman. Diğerlerinin hepsi dişi...
Kör Ayna Kayıp Şark adlı kitabında değerli edebiyat eleştirmeni ve deneme yazarı Nurdan Gürbilek, "Bir kültürün anlaşılmasında kuşkusuz edebiyatın özel bir yeri var." der. Ve ardından, ilk bakışta önemsizmiş gibi duran bir ayrıntıdan söz eder. "Ahmet Midhat tan Yakup Kadri ye, Hüseyin Rahmi den Halit Ziya ya, Nabizade Nazım dan Peyami Safa ya yarım yüzyılı aşkın bir süre boyunca yayınlanmış romanların birçoğunda kadın kahramanın elinde bir roman vardır. Daha da önemlisi okuduğu romandan fazlasıyla etkilenmiştir kadın." Türk romanında tekrar ve tekrar hayatı ve aşkı romanlardan öğrenir kadınlar... Gürbilek, bu kalıbın tesadüfi olmadığını, Doğu-Batı sorunsalında nasıl ortaya çıktığını inceler yapıtında.
Peki merak ediyorum. Türkiye de roman okurlarının çoğu kadınsa, ya bunun uzantıları? Kadınlar okuyor okumasına da ya sonrası? Ne kadar etki ediyor okudukları romanlar, sürdükleri hayatlara? Eğer pek fazla etki etmiyorsa "romanın dünyası" ayrı "hakiki dünya" ayrı diye kalınca bir sınır mı çiziyorlar günün sonunda? Yok eğer bu sınırı çizmiyorlarsa, roman okuru kadınlar bildiklerinin, okuduklarının ne kadarını paylaşabiliyorlar etraflarındaki erkeklerle?
Roman okuru olan kadınlar hemen hemen hiç roman okumayan kocaları veya babaları ya da erkek kardeşleri veya nişanlılarıyla paylaşıyorlar mı mesela bu dünyayı? Yoksa bir sır gibi kendilerine mi saklıyorlar edebiyatı?
05 Haziran 2007