Büyük romanlar büyük çelişkilerden çıkar. Mutluluk, rahat ve konfor, edebiyatçının kendisi için iyi olabilir; ama edebiyatları için o kadar da iyi değil. Edebiyat da sanat da varoluş sancılarından, yapısal sorunlardan, engebelerden ve bir türlü dindirilemeyen mutsuzluklardan beslenir.
Steril ortamlar ve düzenli hayatlar içinde yazılan romanlar hemen belli eder kendini. Bir yazarın "gerçek" hayatı ne kadar engebeli, arızalı, çelişkili ise hayal gücü o kadar engin ve hudutsuz olabilir, yazılarında bir "öte yer" kurma arzusu o kadar derin. Modernite öncesi Japonya, 19. yüzyıl Rusya sı, 19. yüzyıl Fransa sı, 20. yüzyıl Latin Amerika sı ve bugünlerde atağa kalkan Hindistan da edebiyat hep ama hep bu bireysel ve toplumsal çelişkilerle palazlanmış, gelişmiştir. Çelişkiler besler sanatı. Bu haliyle Türkiye, bilhassa İstanbul, sanatçılar ve edebiyatçılar için başlı başına bir hazinedir.
Bu sene tüm dünyada Gabriel Garcia Marquez ü yeniden değerlendiren etkinlikler düzenleniyor. Bizler ise Türkiye de kendi seçim telaşımızdan ve siyaset kavgalarımızdan vakit bulup da böyle kültürel ve edebi meselelerle ilgilenmiyoruz pek. Sahi Türkiye den bakınca nasıl görünüyor Latin Amerika? Ya da Latin Amerika dan bakınca nasıl görünüyor Türkiye? Her iki sorunun cevabı da "yetersiz, eksik, kulaktan dolma bilgilerle". Oysa Latin Amerika kültür(ler)üne daha yakından ilgi göstermek, Latin Amerikalı yazarları daha çok okumak için epeyce sebebimiz var. Makro hadiseler karşısında bireyin evhamları, yalnızlıkları, sıkışmışlıkları; geleneksel aile ve standartları oturtamamış toplum yapısının dayattığı roller içine sıkışmanın getirdiği mutsuzluklar, mücadeleler ve hırslar... Ortak temalar.
Latin Amerikalı yazarlar ve şairler siyasetin gölgesi altında yazmak zorunda kaldılar. Hollandalı ya da Norveçli bir yazar apolitik kalabilir, sadece kendi kozasında yaşayabilir; ama Latin Amerikalı bir yazarın bunu yapması daha zor. Gerek sağ gerekse sol görüşlü olsunlar Latin Amerikalı yazarlar kendilerini sık sık siyaset sahnesinde buldular. Bunun en bariz örneklerinden biri sağ partiden aday olan ve uzun yıllar siyasetçilik yapan Mario Vargas Llosa. Soldan önemli bir örnek Gabriel Garcia Márquez. Küba Devrimi ni destekledi. Pek çok entelektüel Castro rejimine savaş açarken dahi o sol muhafazakarlığını korudu. Pablo Neruda, malum, siyasete yakın ilgi duydu, hatta şiir değil propaganda yazdığı suçlamalarıyla bol bol karşılaştı. Bütün bu yazarlar arasında en "bireyci" görünen Jorge Luis Borges bile siyasetten muaf kalamadı. Pinochet gibi bir adamdan madalyon almayı kabul ettiği gün bir yazar olarak kendini bir sürü siyasi kavganın ortasında buldu. İsveçli bir yazarın anlayamayacağı toplumsal çelişkiler...
Benim Gabriel Garcia Márquez in kitaplarıyla tanışmam lise yıllarıma rastlar. O dönemde liseli öğrenciler daha mı yakından takip ederdi dünya edebiyatını yoksa biz mi öyleydik bilemiyorum; ama etrafımda herkes okur, bilirdi Márquez i; dostlarının ve yakın çevresinin verdiği isimle Gabo yu. Bizden önceki kuşaklar için de geçerliydi bu. 1960 lar, 1970 ler boyunca neredeyse tüm dünya yakından okudu Latin Amerika edebiyatını. Ama bu geniş ve bereketli literatür içinde bilhassa bir roman vardı: Yüz Yıllık Yalnızlık. Bu roman kırka yakın dile çevrildi ve tüm dünyada okullarda okutuldu. Türkiye de de. Üstelik "orada" bir yerlerde yaşanan hadiseler gibi değil, adeta "burada" yaşanıyormuşçasına, öylesine yakın addettik okuduklarımızı...
Latin Amerika romanlarını yakından takip ederdi eskiden insanlar. Şimdi Latin Amerika dizilerini yakından takip ediyorlar. Sabun köpüğü gibi uçucu bu diziler. Onlardan geriye ne kalıyor bir sene, hatta bir ay sonra? Önemi yok. Anı doldurmak, vakit öldürmek ve "light", eğlenceli şeyler önemli tüketim toplumunda. Kimsenin oturup da bir Latin Amerika romanına emek vermeye niyeti ya da zamanı yok. Zaman zaman düşünüyorum. Gabriel Garcia Márquez, Türkiyeli bir romancı olsaydı ne yazardı, nasıl yazardı acaba? Kim bilir romanlarından biri Yüz Yıllık Angst ismini taşırdı belki de. Bitmeyen melankoli ve varoluşsal endişe öylesine sinmiş Türkiye de yazının içine.
03 Temmuz 2007