Türkiye de erkekler iki temel gruba ayrılır: Kız çocuğu babası olanlar ve olmayanlar. Ne zaman hafiften maço olan; ama maçoluğunun farkında bile olmayan birine rastlasam içimden dua ediyorum: "İnşallah kızın olur..."
Zira bizim memleketimizde kız çocuğu babası olmak radikal bir şekilde dönüştürüyor erkekleri. Bilhassa büyük şehirlerde yaşayan erkekleri... Ömür boyu son derece katı, otoriter, biraz da ataerkil olan pek çok erkek, kendileri kız evlat sahibi olduktan sonra yumuşuyor, duygusallaşıyor, inceliyor. O ana kadar yaptıkları genellemeleri, koydukları kuralları, edindikleri alışkanlıkları sorgulamaya başlıyor. Evlilikleri boyunca karılarına, hatta kendi kız kardeşlerine ve annelerine karşı gösterdikleri katılıklar, güneşe maruz kalmış kar gibi eriyiveriyor kızlarının yanında. Kız çocuğu babaları yaşadıkları şehirlere de başka bir gözle bakmaya başlıyor. Sokakların ne kadar erkek egemen olduğunun farkına varıyorlar. Kadın olmanın zorlukları üzerine düşünme gereği duyuyorlar. İlk defa, samimiyetle... Daha bir duyarlı, daha bir özenli, daha bir dikkatli oluyorlar. Ve daha evhamlı... Bilhassa genç kızları olan babalar geçiyor bu varoluşsal dönüşümden.
Bu hafta bindiğim taksinin şoförü bunlardan biriydi. Lise çağında üçüzleri varmış, üçü de kız. Adamcağız sigarasından bir nefes çekiyor. "Üçünü de okutacağım. Allah yeter ki ömür versin, sağlık versin, kazancımı tamamen onların eğitimine aktaracağım. Oğlan kısmı okumasa da olur, ver bir tornacının yanına, çıraklık yapsın. Ama kızların okuması şart. Oğlanlar her işi yapar. Ama kızların altın bilezik gibi pırıl pırıl meslekleri olmalı bileklerinde. Olmalı ki ezilmesinler..." diyor.
Ne zamandır böyle düşündüğünü soruyorum.
"Valla itiraf edeyim, kızlarım olduğundan beri," diyor. "Eskiden hiç böyle düşünmezdim." Sonra utanarak ekliyor: "Aslında ben kendi karımın çalışmasına izin vermedim. Çok kıskançtım evliliğimizin başlangıcında. Dışarı çıkmasına bile izin vermedim. Hâlâ zaman zaman kızar bana, senin yüzünden kurudum köreldim der."
"Ya senin gibi biriyle evlenirse kızların?" diyorum şaka yollu.
"Ben de zaten o yüzden okusunlar istiyorum. Analarından daha iyi koca bulsunlar kendilerine. Ama olur da hıyarın teki çıkarsa kocaları, basarlar kâğıdı, boşarlar, çalışırlar, kendi paralarını kazanırlar, ele güne muhtaç olmadan..."
Ne yazık ki benim feminist taksicim gibi düşünmeyen kız babaları da çok Türkiye de. Bilhassa göçlerle büyük şehirlere akın eden aileler arasında. Bu hafta Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF in ortak bir çalışması yayınlandı. Günün siyasi tartışmaları arasında kaynayıp gitti bu rapor. Oysa toplumsal yapımıza dair önemli ipuçları ve uyarılarla doluydu.
İstanbul, Edirne, Şanlıurfa ve Van da yapılan araştırma sonuçlarını yansıtan rapor, kız çocuklarının okula gönderilip gönderilmemesinde ilk ve son sözün babaya ait olduğunu ortaya koydu. Babaları isterse gidiyor, istemezse okula gidemiyor kızlarımız. Daha sonra aile büyükleri, bilhassa amca söz sahibi bu kararda. Ardından köy imamı, muhtar ve öğretmen de etkili oluyor. Ne yazıktır ki annelere hemen hemen söz düşmüyor bu hayati kararda. O çocukları doğuran, büyüten ve yetişmelerinde en çok emek sarf eden insanlar tamamen geri planda kalıyor. Eğer annelerin fikri alınsaydı kız çocuklarımızın eğitim oranında muazzam bir yükselme yaşanırdı. Çünkü kadınlar kendi çektiklerini kızları da çeksin istemiyor.
Türkiye nin kadın hakları açısından ne kadar önemli adımları ne kadar erken attığını sık sık hatırlatıyoruz Batılı gazetecilere. Bu açıdan Müslüman dünya içinde nevi şahsına münhasır bir yerde duruyoruz. Ne var ki pek çok konuda olduğu gibi burada da "resmin iki ayrı yüzü" var. Biri aydınlık, umut vaat ediyor. Diğeri gölgeli, baskıcı, tüm toplumu geri bıraktırıyor. İki ayrı tür "kız babası profili" var ülkemizde. Birbirine taban tabana zıt...
31 Temmuz 2007