Berlin dünyanın en ünlü uluslararası edebiyat festivallerinden birine evsahipliği yapıyor her sene. Bambaşka ülkelerden yazarlar ve şairler burada buluşup, 12 gün boyunca edebiyat konuşuyor, edebiyat soluyor.
Festivalin bir başka özelliği, bizde ancak yeni yeni gelişmekte olan bir edebi türe geniş yer açması: Çocuk ve Genç Edebiyatı. Festivalin Reflections-Yansımalar adlı bölümünde ise 11 Eylül sonrası giderek kutuplaşan dünyada fikirlerin ve hayallerin daha akışkan olabilmesi, pasaportsuz vizesiz seyahat edebilmesi, farklı kültürlerin birbirlerine dertlerini anlatabilmesi amaçlanıyor.
Edebiyat festivallerinin hep kapalı salonlarda, asık suratlı mekanlarda yapılmasından şikayetçi olanlar varsa, Berlin Festivali ne yakından bakmalılar. Burada bütün bir şehir festival mekânı gibi algılanıyor. Okumalar sadece şık salonlarda, kütüphanelerde ya da kongre merkezlerinde yapılmıyor. Konuya göre, her an her yer edebiyatın mekânı olabilir. Ara sokaklar, tarihi binalar ve sinema salonlarının yanı sıra hapishane avluları, kilise bahçeleri de kullanılıyor. Romanlardan seçme bölümler tiyatro oyuncuları tarafından canlandırılıyor ya da okunuyor. Bütün bir şehir festivale ev sahipliği yapıyor. Ve edebiyat kapalı mekanlar ardında bir grup "seçkin" insanın uğraşı olmaktan çıkıyor. O da şehirle beraber soluk alıp veriyor.
Böylesi bir projenin İstanbul gibi muhteşem bir şehirde ne kadar muazzam olacağını düşünebiliyor musunuz? İstanbul da her yer edebiyatın mekanı zaten. Balıkçı kahveleri, daracık sokaklar, kendi tarihini kendi bile bilmeyen ahşap konaklar, Batılılaşma serüvenimiz boyunca inşa edilmiş farklı tarzda binalar, ambarlar, avlular, gecekondu semtleri, terminaller, vapurlar, Boğaz ın her iki yakası boyunca göz alabildiğine uzanan yüzlerce nokta.... Böyle bir festivali omuzlamak için bizim sadece bir alanda eksiğimiz olabilir: Organizasyon Becerisi. Onu da kotarırsak, harikulade bir edebiyat festivaline ev sahipliği yapabilir İstanbul.
Berlin deki festivalde bir Alman sanatçı henüz kitap olarak basılmayan, piyasaya çıkmayan yeni bir öykümü seslendiriyor. İsmi: SARIŞINLARIN SAADETİ. Mizahla yazılmış bir öykü bu. Herkesin kaşlarını çatarak tartıştığı, medeniyetler çatışması tezinin alıcı kazandığı bir dünyada, mizah en güzeli. Ve öylesine evrensel ki hudut tanımıyor. Ulaşıyor yerine. Gülüyor tüm salon "sarışın"lar ile "esmer"ler arasındaki yanlış anlamalara, kültürel kopukluklara. Beni en mutlu eden nokta salonda pek çok Türk ün de olması. İkinci, üçüncü kuşak göçmen çocukları orada.
Ne var ki aşağı yukarı aynı gün içinde Almanya terör tutuklamalarıyla çalkalanıyor. Yakalananlar içinde Türkler de olması dikkat çekici bulunuyor. Hatta İngiliz basını, Almanların her zaman ılımlı Müslüman olarak gördüğü Türklere şimdi yeni bir gözle ve şüpheyle baktığını, onlardan ötürü huzursuz olmaya başladığını yazıyor.
Oysa bana öyle geliyor ki, Almanlar "acaba Türkler radikalleşti mi?" diye kaygılanmıyor. Eğer ortada bir kaygı varsa, bu Türklerle ilgili değil. Sonradan din değiştirenler ile ilgili. Hıristiyan olup da daha sonra İslamiyet i seçen Almanların keskinliği, radikalliğe yatkınlığı konuşuluyor Berlin de. İşte bu yeni, yepyeni bir olgu. Üzerinde fazla düşünülmemiş, yazılmamış, araştırma yapılmamış. Alman gazetelerinde "şu bizim Fritz ya da Hans nasıl radikal İslamcı olur çıkar?" sorusunu enine boyuna tartışan yazılar çıkıyor. Haliyle festival boyunca da sık sık bunlar konuşuluyor.
Artık edebiyat festivalleri ne kapalı kapılar ardında, ne sırça fanusta. Edebiyat, dünyada olup bitenlerden, yaşanan medeniyet tartışmalarından kopuk gerçekleşmiyor.
11 Eylül 2007, Salı