"Buradaki Almanlardan Türklere karşı negatif, önyargılı laflar duydukça, daha çok Türk olmak istiyorum. Erkek kardeşim kırmızı bayraklı T-şört almış.
Dayanamadım, ben de onu giydim geçen hafta K-damm da yürüdüm öyle. Ama sonra bizim Türklerden, işte Almanlar şöyle soğuk, böyle kalpsiz insanlar, nasıl yaşıyorsunuz orada? gibi laflar duyunca bu sefer de Alman hissediyorum kendimi. Daha çok Almanlaşıyorum. Burası benim memleketim. Kim ne tarafıma laf ederse, o tarafı savunmak istiyorum."
Böyle diyor Berlin den yazan yeni evli bir kadın okur. Ve ekliyor ardından: "Galiba böyle bir şey hem Alman hem Türk olmak... İki tarafa da yaranamıyoruz biz."
Avrupa ya da Amerika da yaşamaya kalkmak demek, tek kişilik ordu misali yek vücutta milyonları barındırmaya zorlanmak demek. Yurtdışına çıkan her fert, "ayaklı ulus" halinde dolaşma ihtimaliyle yüzleşmek durumunda. Mesele, özünde bir "temsil" meselesi. Aslolan kişiliğiniz yahut bireyselliğiniz değil, hangi kolektiviteye ait olduğunuz, yani temsil etmekle yükümlü tutulduğunuz milliyet. Aslolan illâ ki "aidiyet". Bu çerçevede iki tarafa da yaranamamak, hep arada kalmak, Avrupa daki Türklerin en büyük sıkıntılarından. Derdini ne Türkiye ye ne Avrupa ya tam olarak anlatamamak, sürekli yalnız kalmak... Yabancılara şüpheyle bakan Alman siyasetçiler ve yazarlar da bu yalnızlık hissini daha da koyulaştırıyor, derinleştiriyor.
Ama son zamanlarda Alman basınında geniş yer bulan bir soru var ki, "Medeniyetler Çatışması"na inananların duymak istedikleri kaygıları olduğu gibi yansıtıyor. "Mühtedilere güven olur mu?" Böyle soruyor satır aralarında nice Alman gazeteci ve siyasetçi.
Mühtedi, kelime anlamı itibarıyla "ihtida eden, batıl bir dini bırakarak Müslüman olmayı seçen kişi" demek. Bu kelimenin zıddı ise "mürtet", yani İslam ı bırakıp başka bir dini seçen kişi. Peki Alman basını niçin mühtedilerin, yani Hıristiyan iken İslamiyet i seçen Almanların durumuyla bu kadar ilgili birdenbire? Sebebi, Almanya da son yapılan terör tutuklamalarında zanlılar arasında ihtida etmiş Almanların bulunması. Alman Hıristiyan Birlik Partili bir milletvekilinden gelen bir öneri tartışmayı daha da alevlendirdi. Bu milletvekili sonradan Müslüman olan Almanların bir listesinin yapılmasını ve bunların açığa çıkmasını teklif etti. Yaklaşan tehlikeye karşı kendimizi savunmak için bunu yapmalıyız diyerek. Bu son derece antidemokratik mantığa göre, sonradan Müslümanlığı seçen Almanlar arasından radikal insanlar çıkabildiğine göre, hepsinin çetelesini tutmak lazım. Devlet tarafından kontrol edilsinler diye...
Demek hâlâ ders almamış insanlık? Nerede, ne adına olursa olsun, insanları ırkına, kökenine, sınıfına, dinine göre listeler halinde gruplamaya ve birbirinden ayırmaya çalışan yaklaşımlar büyük acılar bıraktılar dünya tarihi boyunca. Şimdi de mühtedilerin listesini tutmakla tazeleniyor aynı mantık. Oysa Almanya daki mühtediler Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında sürekli bir kültürel köprü belki de. Almanların kaygılarını da oradaki Müslümanların hislerini de anlayabilen ve birbirine tercüme edebilecek olanlar bunlar. Tıpkı Almanya daki Müslümanların, geri kalan İslam dünyası ile Batı arasında bir köprü olabileceği gibi, oradaki Müslümanlığı seçmiş Almanlar da daha ilerici, daha çoğulcu, daha demokratik seslerin duyulması bakımından önemli roller oynayabilirler. Yeter ki yabancı ya da farklı olan herkese ve her şeye şüpheyle bakan yaklaşım terk edilsin...
18 Eylül 2007, Salı