Burası İstanbul’da popüler bir kafe. Arkamdaki masada iki orta yaşlı kadın oturuyor. Hali vakti yerinde görünüyor ikisinin de. Son derece bakımlı ve şıklar. Oturur oturmaz başlıyorlar hararetli hararetli konuşmaya. İkisi de bugünlerde tüm dünyada ve Türkiye’de çokça konuşulan THE SECRET (SIR) kitabını okumayı yeni bitirmişler.
Okuduklarını paylaşıyorlar. Yalnız bu paylaşma kısmını oldukça yüksek sesle, neredeyse bağırarak yaptıklarından, onları dinlediğim için kendimi suçlayamıyorum. Ben dinlemedim. “Kulağıma ilişiverdi” aşağıdaki diyalog.
“Bu müthiş bir kitap,” diyor birisi. “O kadar doğru ki. Her zaman pozitif düşüneceksin. Kimse hakkında kötü konuşmayacaksın. Kendin hakkında da tabii. Benzerlikler yasası uyarınca sen nasıl fikirler yayıyorsan gene benzer fikirler gelip buluyor seni. İyi düşünürsen iyi şeyler geliyor başına.”
Öteki kadın onaylıyor. “Kocan, çocukların, iş hayatın, her şeye bakışın pozitif olmalı. Parasız da kalsan, zor durumda da olsan, hep aman ne çok param var, şartlarım ne kadar iyi diyeceksin. Eksikliklere odaklanırsan, daha da eksiklik gelir hayatına.”
“Tabii bir de itimad edeceksin kainata. Evrendeki enerjinin kaynağı insan. Her şeyin özü insan. Evrendeki diğer enerjilerin de en güzel şekilde dönüp dolaşıp seni bulacağına inanacaksın. Sadece kendin için değil. Yaşadığın kasaba, şehir, hatta ülke için bile güzel şeyler düşüneceksin ki, güzel olsun.”
Buraya kadar takdirle dinliyorum kadınları. Ne güzel söylüyorlar. Öyle bir sindirerek ve uyumla konuşuyorlar ki sanırsın aşmışlar tüm kıskançlıkları, takıntıları, zaafları. Derken konu değişiyor. Memleket meselelerine ve iç siyasete kayıyor. Ve işte o zaman kadınlardan biri aynen şunları söylüyor.
“Cumhurbaşkanlığı da bunların elinde şimdi. Ordu daha ne bekliyor bilmem ki. Şeriat mı gelsin başımıza.”
“Ordu uyumuyor ama,” diyor öteki kadın. “İlk yanlışta gelirler. Yazık bu ülkeye çok yazık. Bu millet adam olmaz.”
Secret’la başlayıp, pozitif düşünmenin faziletleriyle devam eden sohbet darbe çağrısıyla son buluyor. Ağzım açık kalakalıyorum. Onları dinlerken Şark klasikleri geliyor aklıma. Sürekli seyahat eden, okumak kadar yolculuklara da önem veren şair, alim, filozof Sadi’yi düşünüyorum bilhassa. Der ki Bostan’da:
Adamın biri mecliste olmayan biri hakkında dedikodu etmeye başlamıştı. Orada bulunan bir alim: “Benim yanımda,” dedi. “Onun bunun kötülüklerini sayıp beni de kendi hakkında fena fikirlere sevk etme. Farz edelim ki o adamın itibarı eksilmiş olsun. Fakat bu eksilen şey senin mertebene eklenecek değil ki... İyi olsun kötü olsun hiç kimse için fena söyleme. Yoksa fenayı kendine düşman edersin.”
İşte Sadi’nin Bostan’ından bir hikaye. The Secret’dan yüzyıllar önce söylenmiş.
02.09.2007