Ne yazık ki yetişkinler olarak bizlerin tutsağı olduğumuz akıl, öylesine hür olan çocukların önüne engeller çıkarmak, sınırlar çizmekle meşgul daima. Kendi kurallarımızı dayatmaktayız onlara. Bu hafta İstanbul da yaşanan beklenmedik bir hadise bir kez daha hatırlattı bana Necip Fazıl ın bu muhteşem dizelerini.
İstanbul son on-on beş sene içinde uluslararası fuarlara ve organizasyonlara ev sahipliği yapmakta muazzam bir çıkış yakaladı. Dünyanın her yerinden gelen delegelerin katıldığı kongreler, paneller ve fuarlar, şehrin gündelik yaşamının ayrılmaz parçası oldu. 22-25 Kasım tarihleri arasında yapılan Oyuncak ve Oyun Ekipmanları Fuarı bunlar arasındaydı. En son 1993 te düzenlenen fuar bu sene büyük bir atılımla yeniden planlandı, yapıldı. Buraya kadar her şey iyi, her şey hoş. Ancak bir eksik var: Çocuksuz bir oyuncak fuarı bu. Fuar için 200 bin adet davetiye bastırılıyor. Bunlardan 150 bin adedine 16 yaşından küçüklerin, yani çocukların içeri giremeyeceği yazılıyor. Kalan 50 bin davetiyeye bu ibareyi yazmayı unutuyorlar. Dolayısıyla binlerce aile çocuklarıyla beraber geliyor fuara. Sonuç tam bir kargaşa.
Elbette tüm uluslararası çaptaki benzer fuarlarda olduğu gibi burada da temel amaç iş bağlantılarının kurulması, sözleşmelerin imzalanması. Ve bunda yadırgayacak bir durum yok. Tam tersine bu koca bir sektör için önemli bir açılım ve yeni iş sahaları demek. Proje direktörü Neslihan Akgün, "Katılımcılarımız fuara çocukların alınmasını reddetti. Sonuçta bizim amacımız burada iş bağlantılarının kurulması. Perakende satış olmadığı için çocukların girmesinin bir anlamı yok." demiş. Bulunduğu konum açısından son derece haklı. Öte yandan gel de bunu sabah evden hayallerle çıkan ve fuarın kapısına dayanan o umut dolu, heyecanlı çocuklara anlat. Gel de bu "akılcı sistemin akılcı kuralı"nı o çocukların anne-babalarına anlat.
"Oyuncak fuarı" tanımlaması bile büyülü bir dünya çağrıştırıyor insanda. Her tarafta rengârenk oyuncakların, harikulade oyunların yer aldığı bir billur saray. İtiraf etmeliyim ki fuarın ilanlarını gördüğümde benim de gözümün önünde canlanan sahne Pinokyo nun büyülenerek vakit geçirdiği o ışıltılı oyun diyarı gibi bir şeydi. Böyle bir beklentiyle koşa koşa gelen çocuklar, üstelik son tahlilde bu fuarın esas hedef kitlesi olan çocuklar kapının dışında tutuluyor. Ortalığı karıştırmasınlar, patırtı yapmasınlar, ticari anlaşmalara ayak bağı olmasınlar diye istenmiyor. Bir kitap fuarı düşünün ki, kitap okurlarını almıyor içeri. Bunun gibi bir sahne yaşanan. Neyse ki çocukların ısrarları, ağlamaları karşısında fuarın kapıları açılıyor ve çocuklar aileleriyle beraber içeri dalıyorlar. Görmeye değer bir sahne.
Çocukların oyuncak fuarından dışlanamayacakları gerçeği baştan kabul edilip daha iyi bir çözüm bulunabilirdi. İş görüşmeleri ve çocukların ziyaret saatleri birbirinden ayrılabilirdi. Fuarın sonuncu günü tamamen çocuklara ayrılarak onlara bir jest yapılabilirdi. Örneğin dünyanın en önemli kitap fuarı addedilen Frankfurt Kitap Fuarı nda da perakende kitap satışları belli günlerde yapılmaz. İlk günler daha çok yayınevleri, ajanslar arasındaki satış sözleşmeleriyle geçer. Ancak sonuncu gün yayınevleri stantlarını okurlara açıp satış yaparlar. Bir anlamda tüm ticari anlaşmalar imzalandıktan sonra, "bizim esas kitlemiz sizsiniz" dercesine kitapseverlere piyasadakinden daha ucuz kitap sağlar, hatta bazen bedava dağıtırlar. Bunu bilerek bekler insanlar. Benzer bir çözüm bulunabilirdi.
Fuara alınmadıkları için kapıda ağlayan çocuklara söyleyecek tek bir şey var:
"Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın / Şimdi anladığını sonra anlayamazsın.
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası / Çocukların kalbinde işler zaman rakkası..." |