Bir haftadır hem Bit Palas’ın İngilizce baskısının çıkması hem Türk Edebiyatı Haftası dolayısıyla Londra’dayım. Buraya dair kısa kısa çitlemelik kimi gözlemler:
1. Trafik tersten akıyor esprisini hafife almamak lazım, trafik hakikaten tersten akıyor!
2. Durmaksızın yağmur yağar uyarısını hafife almamak lazım, durmaksızın yağmur yağıyor!
3. İngiliz mutfağı berbat klişesini hafife almamak lazım, İngiliz mutfağı için çok iyi şeyler düşünmek nasip olmadı şu ana kadar.
4. Ve bir de klişelere, esprilere sığmayanlar, dışardan bakıldığında turistlerin gözüne yansımayanlar. İngiltere ‘öteki’ ile nasıl uyum sağlayacağının derdinde bugünlerde, bu dönemeçte, bu uzun eşikte. Avrupa Topluluğu’na yeni katılan ülkelerle beraber İngiltere’yi bekleyen bir gelişme bilhassa Doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan vasıflı vasıfsız on binlerce insanın buraya akın etmesi ihtimali. Basın döne döne bu konuyu doluyor diline. Ve bu konu ile beraber tüm ‘öteki’ler meselesini.
Hapishanede cezasını tamamlarken döve döve öldürülen bir suçlunun haberi bu tartışmanın ortasına düştü bu hafta. Siyahsanız, buğday iseniz, yok derinizin rengi kara ya da sarı ya da koyu ise, dinî ya da etnik açıdan azınlıksanız, ırkçı olduğu bilindiği halde, ırkçı olduğu biline biline, göz göre göre, şiddet hastası bir faşist ile aynı hücreye konabilirsiniz pekala. Sonuç: dövüle dövüle hapishanelerde öldürülen azınlıklar, bizzat hücre arkadaşları tarafından. Sistem hukuk sistemi, yargı bağımsız (en azından görece), basın demokratik (en azından görece)... Peki nasıl oluyor ne oluyor da hür demokratik parlamenter sistemde insanlar azınlıklar onlara düşman faşist zihniyetlerle yan yana konuyor inadına yaparcasına. Faşizme düşman gerek. Dün zencileri döve döve öldüren insanlar yeni yeni hedefler buldular kendilerine, sonra Yahudiler, Çingeneler, eşcinseller aşağılandı hırpalandı İngiliz aşırı sağı tarafından ve şimdi ve artık ve bugün Müslümanlar azınlık muamelesi görmekte. Bu söylem sadece eli sopalı sokaklardaki ırkçı tabaka arasında yaygın değil, aynı zamanda elitist üst tabaka arasında da son derece yaygın bir durum. Aristokrasi buralarda hem Yahudiliğe hem Müslümanlığa karşı son derece önyargılı ve her önyargılı insanda olduğu gibi alabildiğine bilgisiz ilgisiz...
Bu dünyada, bir ülkede, bir sistemde, sadece ve sadece kendi gibilere yer olduğuna inananlar, yani nereye baksa kendi yansımasının, aynadaki aksini görmek isteyen narsistler ile kozmopolitler arasındaki uçurum giderek genişlemekte. Öyle ki yakında bir yakadan bir yakaya atlamak mümkün olmayacak. Kozmopolitler yabancı ile, öteki ile, kendisine benzemeyen ile beraber yaşamaya can-ı gönülden razı bir avuç azınlık her ülkede. Türkiye’de olduğu gibi İngiltere’de de kozmopolitlerin sayısı az, azıcık.
5. Ve İngiltere’de yaşayan Türkler... Öğrenciler, akademisyenler, işadamları, işkadınları, mühendisler, müzisyenler mutasavvıflar... İmza günlerinde söyleşilerde panellerde konferanslarda gördüğüm yüzler. Güzel canlar, zerre kadar güzelliği kalmamış ölü canlar, küskün sanatçılar, paralı emlakçılar, burada belini doğrultmuş ama bedelini memleket hasretiyle ödemiş olanlar, memleket dendi mi tüyleri diken diken olanlar, kemikleşmiş muhafazakarlar, kaskatı Kemalistler, tepeden tırnağa ilaçlanırcasına depolitizasyondan geçmiş apolitik bireyler, kanadı kırılmış sol sürgünler, edebiyatçı ile konuşmaya dertleşmeye can atan ama iş edebiyat okumaya, yani hakikaten samimiyetle bir kitabı alıp satır satır okumaya gelince ne hikmetse yan çizenler, zaman bulamayanlar, takati olmayanlar, merakı olmayanlar, okumayanlar, okumayanlar, okumayanlar...
6. Bakınca burada yaşayan Türklere, insan hangi memlekete giderse gitsin geçmişini beraberinde götürür savını hafife almamak lazım, insan hangi memlekete giderse gitsin geçmişini sürüklüyor peşi sıra.
09.05.2004