Yurtdışında yaşamanın, gurbette çocuk/genç olmanın hallerini ben de yaşadım. Haliyle kısmen de olsa kendimden de biliyorum anlattıklarımı. Herkesin, her gencin ömrünün bir noktasında yurtdışına çıkıp az biraz da olsa gurbeti yaşaması gerek belki de. Olgunlaşmak için böyle bir ara aşamadan geçmek önemli. Gitmek, sadece gitmek, alıştığın sulardan çıkmak, farklı hayatları gözlemlemek, bambaşka kültürlerden gelen insanlarla tanışmak ve konuşmak, anlamaya çalışmak ve anlatmaya, öğrenmek onlardan ve öğretmek onlara, başka açılardan bakmak dünyaya ve kendine, empati kurmak, aşmak zihinsel hudutları... ve sonra, içinde biriken hasretle dönmek yeniden memleketine, kendi köklerine. Hem tazelenmiş, yenilenmiş, kültürel önyargılardan arınmış bir dünya vatandaşı olarak. Hem de memleketinin kıymetini, farklılığını, özgüllüğünü çok daha iyi anlamış, idrak etmiş olarak. Hem yerel hem evrensel olabilmek... Sürekli öğrenci olmak, bir şeyler öğrenmek hayattan. Hem kendi ülkeni, kültürünü, tarihini dinmeyen bir merakla okumak, kucaklamak. Hem de dünyaya karşı merakını, ilgini, empatini yitirmemek, canlı tutmak.
Bu yüzdendir ki çevremde çocuğunu yurtdışında okutmakta tereddüt eden ne kadar ana-baba varsa hep aynı şeyi söylüyorum. "Bırakın gitsinler. Gitsin, dünyayı görsünler. Batı yı da Doğu yu da tanısınlar. Yerinde görerek, gözlemleyerek. Bırakın, yeni tecrübeler edinsinler. Zihinsel gettolara, kültürel önyargılara hapsolmadan okusun ya da çalışsınlar bir müddet. Ve sonra inşallah, insanlığa dair yepyeni duygu ve fikir birikimleriyle dönsünler. Zenginleşmiş, olgunlaşmış, büyümüş olarak dönsünler. Edindikleri hayat tecrübelerini buraya da aktarsınlar. Kültürler ve medeniyetlerarası diyaloğun gönüllü özneleri olsunlar."
Doğrusu ben bilhassa kızlarımızın bir dönem yurtdışında bulunmaları gerektiğini düşünüyorum. Ana babalar belki en çok kızlarını yollamakta zorlanıyorlar; ama bilseler, o kızlar öyle bir şevkle okuyor, öğreniyor, çalışıyor ki... Şüphesiz ki bu hasret ana babalar için hayli zor. Çocuklar için de. Ama onların geleceği için bir o kadar hayırlı. Sadece gençlerin geleceği için değil, bu memleketin geleceği için de. Ne kadar çok hem dünyayı hem kendini bilen, ne kadar çok-kültürlü, çok-dilli genç yetişirse o kadar genişler bir memleketin vizyonu. Derinleşir bilgi birikimi.
Türkiye de sağcı-solcu, laik-dinci diye kutuplaşan, kutuplaşmakta acele ve ısrar eden insanların gurbette birbirlerine nasıl empatiyle baktıklarını, nasıl ruh-daş olduklarını şaşırarak ve sevinerek gördüm kaç kez. Konjonktürel tartışmalar şaşılacak bir hız ve kolaylıkla bitiverir gurbette. Türkiye deyken birbiriyle yolları kesişmeyen, yan yana durup iki çift laf etmeyen insanların bile gurbette arkadaşlık ve dayanışmalarına tanık olmuşumdur nice sefer.
Öyledir çünkü. Yüreğini açarak bakarsın memleketline. Amerika nın küçük bir kampüsünde süpermarket kuyruğunda ya da Viyana da bir sergide yanıbaşında veya Madrid de bir parkta aniden yanında bitiveren memleketlinle sırdaş ve ruhdaş oluverirsin anında. Konuşursun. Bir söz yeter. Bir espri. Birisi Türkçe bir şarkı dinler, belki de o kadar sevmediğin, memleketteyken pek dinlemediğin bir şarkıcıdan, ama olsun, ne fark eder. Birden bambaşka bir kulakla dinlersin. Gurbet kulağıyla. Hatırlarsın. Özlediğini anlarsın. Ya da memleketteyken o kadar sevmediğin bir yemek çıkıverir karşına. Buradayken pastırma-kurufasulyeyi ağzına koymayan, hatta bu mutfağı hafiften küçümseyen, ama yurtdışında yaşamaya başlayınca pastırma-kurufasulye sayıklayan öğrenciler tanıdım. Gurbet damağı farklıdır. Tadarsın. Farklı gelir. Daha lezzetli gelir her şey. Alır götürür seni. Hatırlarsın.
Gurbette değişir algılar. Daha dolaysız, daha som, daha saf algılarsın köklerini. İnsanlıkla tanışır, bireyi sevmeyi öğrenirsin. İyi gelir hasret. Pişirir insanı. Her gencin ömrü hayatının bir döneminde gurbete gidip gelmesi gereklidir belki de. Kimbilir. |