. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Oğuz Atay’ın ardından

 

Bu hafta Mimar Sinan Üniversitesi’nde Türk edebiyatı ve kültürü açısından son derece önemli bir sempozyum düzenlendi: “Ölümünün 30. Yılında Türk Edebiyatının Oyun Bozanı Oğuz Atay” Sempozyumu.

Kırka yakın yazar, eleştirmen ve akademisyen bir araya gelerek edebiyatımızın “en bilge delisi” Oğuz Atay’ı andık. Performans ve film gösterimleriyle de zenginleşen sempozyum bundan 30 sene evvel yitirdiğimiz kıymetli bir yazarın iç dünyasını araladı, onu şimdiki nesile daha iyi anlamaya ve anlatmaya çalıştı. Gerek sempozyum, gerekse Doç. Dr. Handan İnci tarafından büyük emekle yayına hazırlanan Oğuz Atay kitabı önemli bir boşluğu dolduruyor. O boşluğun adı: “Kayıtsızlık”. Ne vakit Oğuz Atay’ı yâd etsem, bir soru evrilir zihnimde: “Bir yazarı en çok ne incitir?” Sanıyorum bunun cevabı tek bir kelime: “Kayıtsızlık.” Yazdıklarına, yılların birikimine, anlatmak istediklerine, emeğine, özenine ve yüreğine karşı kayıtsız kalınması. Peki bizler acaba Oğuz Atay’ı incittik mi? Böyle bakınca, evet.

Yusuf Atılgan’ın anlattığı bir hadise son derece dikkat çekicidir. Bir gün postadan bir kitap ulaşır eline. Yazarı tarafından “ilginizi umarak” diye imzalanmış bir kitap. Tutunamayanlar’dır bu eser. Yusuf Atılgan, kitabı okur ve çok beğenir. Ancak bunu yazarına söyleme gereği duymaz. “Çok beğendiğim halde bunu Oğuz Atay’a bildirmek gereği duymamıştım. Böylesine güzel roman yazan birinin başkalarını da yazacağını, benim yargıma gereksinmeyeceğini düşünmüştüm. Yıllar sona bir tanıdığına benim için ‘romanımla ilgilenmedi’ demiş. Bunu duyduğumda üzüldüm. Ölmemiş olsaydı ne yapar ne eder onu bulur konuşurdum.”

Yusuf Atılgan gibi kıymetli bir yazarın anlattığı bu hadise birkaç açıdan önemli. Yazarların, aydınların kendi aralarındaki iletişim, dayanışma, empati ve eleştiri eksikliklerine dikkat çekiyor. Yusuf Atılgan ancak ölümünden sonra anlıyor Oğuz Atay’ın kendisinden bir cümlecik de olsa kitabıyla ilgili bir yorum, belki bir iltifat beklediğini. Ancak onun ölümünden sonra Tutunamayanlar’ı ne kadar beğendiğini ifade ediyor. Ne yazık ki kültür-sanat ve bilim dünyası pek kadirşinas değil. Hayattayken sanatçılarımızın kıymetlerini bilmekte, bilsek bile bunu ifade etmekte güçlük çekiyoruz. Kolay kolay övemiyoruz bir başkasını. Takdir edemiyoruz. Bu kayıtsızlık illa da art niyetten kaynaklanmıyor. Adeta bir alışkanlık olmuş. Ne yazık ki bir alışkanlık olmuş, sinmiş içimize. İşin tuhaf yanı pek çok yazar ya da entelektüel, kültür dünyasının kendine yönelik kayıtsızlıklarını kıyasıya eleştirir ama kendisi de başkalarına karşı aynı kayıtsız tavrı takınmakta beis görmez. Böylece biz hepimiz, bilerek ya da bilmeyerek, bu genel kayıtsızlığın sürmesinde rol oynarız.

2007 senesinde Oğuz Atay ismi genç yaşlı hepimizin dilinde belki ama unutmayalım ki kendisi vakti zamanında büyük bir suskunlukla karşılanmıştı. Edebiyat dünyası uzunca bir müddet ona hak ettiği değeri vermedi. Derin bir sessizlik ve umursamazlıkla karşıladı ilk eserlerini. Bir sanatçı için negatif eleştirilerden daha ağır bir şey varsa o da suskunluktur. Görmezden gelinmektir. Yokmuş gibi yapılmasıdır. Edebiyat dünyamız Oğuz Atay’a bir müddet “yokmuş gibi” yaptı. Kıymeti ancak öldükten sonra konuşulur, anlaşılır oldu. Eğer Atay bugün hayatta olsaydı ve o canım kitapları bizzat bugün yazıyor/yazmış olsaydı, gene böyle hevesle ve şevkle bu sempozyumu düzenlemek mümkün olur muydu? Gene böyle seve seve katılır mıydı yazarlar ya da eleştirmenler? Keşke gönül rahatlığıyla “evet” diyebilsem bu sorulara. Kendimi de içine katarak “evet, elbette” diyebilsem keşke. Türk edebiyatçıları, eleştirmenleri, akademisyenleri, velhasıl kültür ve bilim dünyası Oğuz Atay’a borcunu yeterince ödemediğinin bilincinde. Bu sebeptendir ki şimdi bir geç kalmışlık duygusuyla kendisini yâd etmekteyiz. Ona derin bir vefa borcumuz var.

Ancak bizzat Oğuz Atay’ın kendisi bu “geç kalmışlık duygusu”na bir şerh koyardı. Geç kalmışlık duygusuyla Batılılaşmak-modernleşmek nasıl hatalar yapmaya açıksa, geç kalmışlık duygusuyla bir yazara vefa borcu ödemek de yanılsamalara açık bir hâl. Onu olduğundan başka, mutlak, çelişkisiz ve sabit görme tehlikesi var. Sakın dünkü arayı kapatmak için bugün onu efsaneleştiriyor olmayalım. Bizzat Atay’ın kendisi karşı çıkardı buna. Oğuz Atay’ı kahramanlaştırmadan, romantikleştirmeden, heykelleştirmeden anlamaya ve anlatmaya çalışmak en doğrusu. Onu alıp bir camekânın ardına koyarsak, uzaktan översek, tektüfek gibi görüp yalıtırsak, onu gene yalnızlaştırmış oluruz.

 

16.12.2007

 

 

İzlenme : 3922
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us