“Obez” kelimesi iyiden iyiye yerleşti artık gündelik dilimize. Tıbbi niteliğini yitirip, çok daha rutin ve gündelik bir anlam kazandı. Kilosu fazla olanlar, fazla yiyen ve yediklerini eritmeyenler için kullanılır oldu bu kelime.
Gün geçmiyor ki gazetelerde obezlik üzerine bir haber ya da yazı çıkmasın. Ancak şimdilerde bilhassa Amerika’da akademik çevrelerde sık kullanılan başka terim var ki obezliğin farklı bir türüne işaret ediyor: Kültürel Obezlik. Ölçüsüz tüketilen, belli kriterlere göre ayırt etmeden habire alınıp yutulan şey, bu sefer yiyecekler değil, kültür ve bilgi. Böyle bir kültürel tüketim çarkına tutulan insanlara Kültürel Obez deniyor.
Biraz daha açalım. Kültürel Obezlik bilhassa günlerini internet karşısında geçirerek her bulduğuna takılan, her okuduğuna inananlar için kullanılıyor. Bir anlamda duyduğu ya da karşılaştığı bilgi kırıntısını, eleştirel aklın süzgecinden geçirmeden, alıp yutanlar için. Kültürel Obezler bu yüzden ekseriya -mışlı -mişli geçmişle konuşuyorlar. “Filanca mesele şöyleymiş, falanca yönetmen ya da siyasetçi böyleymiş...” diyerek, kulaktan dolma bilgiler, üzerinde düşünülmemiş bilgi kırıntıları saçarak.
Bu yakınlarda Amerika’da piyasaya çıkan ve entelektüel çevrelerde yankı uyandıran Makinaya Karşı başlıklı kitap (Spiegel & Grau), teknolojinin ve makinalaşmanın içimizdeki insani yanları nasıl körelttiğini ve bilgi kadar bilgisizliğin de yayılmasına hizmet ettiğini ele alıyor. Bu yüzden kitabın altbaşlığı Elektronik Kalabalıklar Çağında İnsan Kalabilmek. Sahi nasıl insan kalacağız, insanlığımıza sahip çıkacağız bunca makinalaşmanın, kalabalıklaşmanın, aynılaşmanın ortasında? Kitabın bir iddiası da şu: “İnternet yararlı olduğu kadar aynı zamanda zararlı olabildiği halde, bu da bilindiği halde, günümüzde interneti eleştirmek neredeyse demokrasiye inanmamakla bir tutuluyor.” Diyor ki yazar, elbette internet özgür konuşma ve tartışma ortamı demek. Ama bu aynı zamanda özgürce iftira ve hakaret etmek anlamına mı geliyor? Asılsız haberler, iddialar, genellemeler, komplolar da uçuşmuyor mu internette. Kitap yazmanın, araştırma yapmanın bir emeği, bir zorluğu vardır. İnternet üzerinden yalan yanlış haberler yazmak, yaymak ise zahmetsiz.
Böyle bakınca hak vermemek mümkün değil. Bilgi kadar bilgisizlik de internet aracılığıyla yayılıyor, pornodan tutun siyasi, etnik ya da dini uçlara kadar her türlü aşırı eğilimli insan burada birbirlerini buluyor. Gençler birbirlerini kah intihar etmeye kah etraflarına şiddet saçmaya, okullarını silahla basmaya gene internet üzerinden ikna ediyor. Farkında olmadan dünyada internet baskıcı bir söylemin yayılmasına da hizmet edebiliyor. Böyle diyor Spiegel. Yazar aynı zamanda bugün “özgürlük ve demokrasi” diye alkışladığımız pek çok gelişmenin aslında kapitalizmin motoru ve gereği olan “pazarlama harikası” olduğunu da ekliyor. Ona göre youtube da bir pazarlama harikası.
Ben kısmen şerh koyarak kısmen hak vererek okuyorum kitabı. Hakikaten böyle mi? Sanatı, edebiyatı, bilgiyi, çalışmayı ve araştırmayı, emeği ucuzlaştırdı mı internet? “Kıymetli olan şeyler zor bulunur ve nadirdir, nadir ve zor olan şeyler kıymetlidir,” diyor yazar, Spinoza’nın bir sözünden hareketle. İnternetin bu anlamda daimi bir “kıymetsizleştirme”ye hizmet ettiğini söylüyor. Emek de, bilgi de, sanat da, bir zamanlar sahip oldukları kıymetten yoksunlar artık. Eskiden araştırmacılar ya da yazarlar veya şairler yayınevleri üzerinden yapıtlarını bastırmak durumundaydı, şimdiyse yazdıklarını yayınlatamayan internete koyuyor, gene kendine “araştırmacı” diyor. Bir yanıyla son derece pozitif bir durum bu. Daha fazla sayıda insan kendini ifade ve sanatını icra imkanı buluyor. Ama bir yanıyla da Spiegel’in bahsettiği kıymetsizleşme yayılıyor halka halka. Her halükarda Makinaya Karşı, Türkiye’de de ilgi görmesi, tartışılması gereken bir kitap.
24.02.2008