Haftalardır yoğun bir “tartışma gündemi” var Türkiye’nin. Her akşam televizyonlarda izliyor, gün boyu işyerlerinde evlerde sokaklarda kendi aramızda konuşuyor, sonra gene her sabah gazetelerde okuyoruz.
İzlediklerimizden de okuduklarımızdan da yeni tartışma konuları çıkartıyoruz. “Polemik” kelimesi hızla girdi gündelik yaşamlarımızın lugatına. Polemik polemik içinde, tartışmaların tarafları olarak kazanılıyor artık kimlikler. Bu kutuplaşma, bu öteleme ve Ötekileştirme daha da geriyor sinirleri sanki. Alınganlarımız daha bir alıngan, öfkelilerimiz daha bir öfkeli, çaresizlerimiz daha bir çaresiz oluyoruz böyle zamanlarda. Birbirine kızanlar, küsenler, dilini ya da kalemini birilerine saldırmak için kullananlar... Eleştiriden ziyade “yargılama” var ortalıkta. Herkes birbirini yargılıyor adeta. Birbirinin bir lafını, bir kelimesini cımbızlayıp kızıyor da kızıyor. Kızgın bir toplum olduk bugünlerde. Enerjimizden de zamanımızdan da üretkenliğimizden de habire bir şeyler çalıyor bu kızgınlık. Kendi kendimizi yıpratıyoruz. Birbirimizi yıpratıyoruz.
Her şey farklı olabilir, yeter ki farklı bir üslupla konuşmayı -ve elbette düşünmeyi- teşvik etsek. Monolog yerine diyalog. Polemik yerine o güzel, o eski, o canım kelimeyi geri getirsek mesela: sohbet. Münazara yerine müzakereyi koysak. “Tartışma” yerine “sohbet” etmeyi denesek. Bir konu önemli diye o konuda illa da polemik olmalı diye bir kural yok ki. Önemli konuları tartışmadan, kavga etmeden, taraflara bölünmeden, sohbet ile irdelemek de mümkün. En azından öyleydi bir zamanlar. Osmanlı’dan gelen, derviş tekkelerinde damıtılan köklü bir sohbet kültürünün çocukları, torunları değil miyiz? Tevazunun ve takdir etmenin esas olduğu bir sohbet biçimi vardı bir zamanlar. Konuşurken dinlemeyi de bilen bir üslup. Nefsine dikkat eden, kibirden uzak duran, karşıda konuşanın da kendinle eşit olduğunu unutmadan, kimseyi ezmemeye gayret ederek, kelimeleri yaralamak için değil anlatmak ve anlamak için kullanarak konuşmak… İnsandan insana köprüler kurarak, yollar açarak. Ne çabuk unuttuk o eski sohbet adabını, neden uzaklaştık?
Konuşmayı seven bir toplumuz. Bu çok güzel bir özellik, Akdenizlilik, sıcakkanlılık güzel. Ama ne yazık ki konuşmaktan çok tartışmaya düşkünüz. Ve tartışma kültürümüz hayli sorunlu. Ya ses yükseltip başkalarının sözünü kese kese kendi haklılığımızı ilan etmeyi deniyoruz, ya da hep bir ağızdan konuşmayı.
Müzakerenin amacı farklı düşünen insanlar arasında karşılıklı bir fikir ve enerji alışverişi sağlamak ve bu yolla taraflar arasında ortak bir noktaya, uyuma ve anlayışa ulaşmaktır. Diyalog ise, bir anlamda bunun bir adım ötesidir. “Diyalogda amacımız sadece bir anlaşmaya varmak değil, içinde birçok yeni anlaşmanın doğabileceği yeni bir bağlam yaratmaya çalışmaktır”, diyor William Isaacs, Literatur yayınlarından çıkan Diyalog ve Birlikte Düşünme Sanatı adlı kitabında. Kitabın başında Thomas Jefferson’dan ilginç bir alıntı var: Diyor ki Jefferson: “Tartışan iki kişiden birinin karşısındakini savlarıyla ikna edebildiğini bugüne dek hiç görmedim.” Bunun altını çizdikten sonra devam ediyor kitabın yazarı: “Diyalog, tarafları olan değil, yalnız merkezi olan bir konuşmadır. Birbirimizle olan farklılıklarımızdan doğan enerjiyi alıp onu daha önce hiç yaratılmamış bambaşka bir şeye doğru kanalize etmektir. Diyalog bizi kutuplaşmanın dışına çıkarıp daha büyük ortak bir anlayışa yöneltir. Bu nedenle de insan gruplarının zekasına ve birbirleriyle uyumlulaştırılmış gücüne erişmemizi sağlayan bir araçtır.”
Bilhassa şu günlerde o kadar çok ihtiyacımız var ki konuşma ve dinleme üslubumuzu yenilemeye, değiştirmeye. Monologdan çok diyaloğa…
23.03.2008