O kadar çok ihtiyacımız var ki yepyeni bir söz söylemeye, yepyeni bir söz dinlemeye. Tazelenmeye, yenilenmeye, ataletlerimizden ve çoktan eskimiş benlerimizden silkinmeye. Milletçe bunalttık kendimizi gerginlikler, yanlış anlamalar, kutuplaşmalarla.
Gündemin hızla değiştiği bir ülkede yaşıyor olmak hepimizin ruh halini etkiliyor, şekillendiriyor ve bazen fazlasıyla hassaslaştırıyor. Herkes birisine kızgın ya da kırgın sanki bugünlerde. Bir keyifsizlik, bir moralsizlik ve gerginlik etrafta. Yaşadığımız zamanı çok “farklı” zannediyor, pek benzersiz addediyoruz. Halbuki öyle değil. Yüzyıllar yüzyıllar içinden baktığımızda o kadar da olağanüstü bir durum yok bizim zamanımızda. Halbuki ellerde büyüteç her meseleyi olduğundan daha büyük görerek ve göstererek yaşıyor ve bunu yaparak kendi moralimizi bozuyoruz. Televizyon programlarında, gazetelerde kavga eden edene. Oysa alttan alta, sessiz ama kudretli bir akıntı gibi akarak bizlerle gelen temel bir ihtiyaç var: Yepyeni bir söze duyulan özlem. Siz de duymuyor musunuz bu özlemi, zaman zaman da olsa?
“Kendine gel, yepyeni bir söz söyle de dünya yenilensin. Sözün, öylesine bir söz olmalı ki dünyanın sınırını aşmalı.” Böyle diyor Mevlana. Ben de sözü ona bırakmak istiyorum bu hafta Pazar yazısında.
“Ben bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha güzel bir ehliyet görmedim”, diyor Mevlana. Ve devam ediyor.
“Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur. Kimin kalbi sırçadansa kırılmıştır. /
Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi? Halk kendisinden gafildir, babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurlarını görürler. /
Ben kendi yüzümü göremem de senin yüzünü görürüm. Sen de benim yüzümü görürsün.”
Buna alternatif olarak kendi yüzünü görebilmekten söz eder Mevlana. Kendi kusurlarını seyredebilmekten. Hem bireye hem toplumlara, hem mikro bazda hem makro düzeyde uygulanabilecek bir temel ilke bu. Şimdi şu anda iktidardaki ve muhalefetteki siyasi partiler dahil Türkiye’de nice kurumun ve kişinin ve belki de herkesin şöyle bir durup kendi yüzünü görmeye, kendi kusurlarını gözden geçirmeye ihtiyacı var. Eğer biz bu kadar çabuk geriliyor, toplumsal gerilimlere gark oluyorsak, birbirimizi öteliyor, ötekileştiriyorsak ve bu ruh halini tekrar tekrar yaşıyor yaşatıyorsak demek ki bizlerde, yani hepimizde tekerrür eden hatalar var. Bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Mesela tartışma adabını pek bilmiyor, birbirimizi dinlemekten ziyade illa ki ikna etmeye çalışıyor, ikna edemeyince de sinirleniyoruz. Ne yazık ki son derece alışkınız başkalarının kusurlarını sayıp dökmeye ama pek bir isteksiz oluyoruz mesele kendi yüzümüzü görmeye gelince. Halbuki “insan pek büyük bir şeydir. Onda her şey yazılmıştır. Fakat perdeler, karanlıklar, kendisindeki o bilgiyi okumasına meydan vermez.”
“Dünyanın her parçasını seyret; hepsi de geçip gitmede. Bil ki her şey bir yolculuktan gelmiş” diyerek çıkar aşık yola. Karşımıza çıkan her şeyin bir yolculuğu olur da insanın olmaz mı? Tanıdığımız, tanımadığımız herkesin bir hikayesi, bir yolculuğu, şu hayatta bir seyrüseferi var. Bunu benimsemek bireye kıymet vermeyi gerektirir. İnsana. Ademoğlu Havvakızına. Halbuki söylendiği kadar kolay değil bunu yapması. Kolektif yaşam tarzının baskın olduğu ve önyargıların alışkanlıklara dönüştüğü durumlarda belki de en zorudur bireye önem vermek; insanlara “biz” ve “onlar” üzerinden değil, tek tek bireyler olarak bakabilmek, böyle kıymet vermek. Belki de en zorudur şu anda birbirimizi “türbanlılar-türbansızlar,” filancalar-falancalar diye bölmek yerine, herkesi kendi içinde, kendi yolculuğunda ilerleyen bir cevher kabul etmek. Ondaki hakikati aramak. Ondaki hakikate inanmak. Belki de en zoru. Ama gerekli. Elzem hatta. Çünkü dünle beraber gitti cancağızım düne dair ne varsa. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Birbirimize bireyler olarak bakıp, farklılıklarımızdan daha az korktuğumuz, daha az şüphe duyduğumuz zaman başaracağız yepyeni şeyler söylemeyi. Hem kendimize hem tüm dünyaya. Türkiye kendini yenileme potansiyeli ve dinamizmi son derece büyük bir ülke. Yeter ki hepimiz durup bir kendi yüzümüze bakalım, başkasınınkine değil. Yeter ki her birimiz az biraz durulup kendi kusurlarımızla uğraşalım başkalarınınkilerle değil.
30.03.2008