Okumaktan keyif aldığım, ruhunu anlamaya çalıştığım, eserlerini tekrar tekrar okuduğum, en iyi bildiğim kitaplarında bile yeni şeyler keşfettiğim yazarlar arasında müstesna bir yeri olmuştur hep Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın. Seneler var ki bu böyle. Aslında sonradan fark ediyorum ki Hüseyin Rahmi edebiyatı ile tanışmamı anneannemin annesine borçluyum. Sevgili Refika Hanım’a.
Yaşlıydı. Gözleri görmez olmuştu. Katarakt ameliyatına rağmen geçmeyen, dinmeyen bir sis perdesinin ardından bakıyordu dünyaya. Herkesten ve her şeyden şüphe duyması belki biraz da bu yüzden. Zaman zaman kötüleşirdi sağlığı. Konuşulmaz, ulaşılmaz olurdu, kendi içine yaptığı yolculuk ağır basardı. Ama öyle sabahlar vardı ki hafızası taptaze, beyni pırıl pırıl karşılardı beni. Bulutsuz, aysız, berrak gökyüzü gibi. Öylesine engin ve sürprizlerle dolu. Kitap okumayı çok seven bu kadın, kendi imkânları içinde Osmanlı hanımefendisi gibi yetiştirilen, piyano çalan, Fransızca konuşan, çocuklarına dadıların baktığı, erkek çocuklarını kızlara kayıran, az biraz ataerkil ama sevgi ve şefkat dolu, ev işi yapmayı sevmeyen bu bir başka baharın kadını yaşlanıp da doksanı devirdiğinde benden, kendisine kitap okumamı isterdi. Her kitaba ilgisi ya da en azından saf bir merakı vardı ya, bilhassa bir yazarı herkesten ayrı tutardı: Halide Edip Adıvar. O dönem döne döne okudum Ateşten Gömlek, Mor Salkımlı Ev ve bilhassa Sinekli Bakkal’ı. Yazarın kadın olması belki de hoşuna gidiyordu Refika Hanım’ın.
Derken bir gün Halide Edip okumamı istediğinde gene, “Bak kütüphanede ne buldum, bunu okuyalım” diye direndim. Elimdeki kitap Gulyabani idi. Daha evvel hiç ciddi bir merakla eğilmemiştim Hüseyin Rahmi Gürpınar edebiyatına. Her şey o gün başladı. Yaşlı bir kadını eğlendirir umuduyla seçtiğim Gulyabani, beni usta bir kalemle tanıştırdı ve seneler sürecek bir kişisel sevdanın ilk adımı oldu. Refika Hanım itiraz etmedi. Ancak kitabın ilk sayfalarında uyuyakaldı. Ben duramadım. O hızla devam ettim okumaya. Kendime. Kendi içimdeki Hüseyin Rahmi’ye. O gün bu gündür edebiyat yolculuğunda daimi bir referans, güler yüzlü ve nazik bir hayalet oldu yazar, ayrılmadan yanımdan.
Onu tanıyanlar son derece nazik, hassas ve mütevazi bir insan olduğunu vurgularlar hep. Beşir Ayvazoğlu’nun hazırladığı Hakkı Süha Gezgin’in elinden EDEBİ PORTRELER son derece zengin ve keyifle okunan bir kaynak kitap. Orada muazzam bir portresi çizilmiş yazarın. “Devri ikiye bölen kafa ve gönül değişmeleri içinde, ne sağa, ne sola sapmadan, ne onun ne bunun tabiiyetine girmeden tek başına kalmak kolay değildir. Buna ‘muhteşem yalnızlık’ derler ve bu mertebeye ancak olgun, büyük yaradılışlar erebilirler.”
Muhteşem bir yalnızlık içindeydi Hüseyin Rahmi. Zamanında onu tanıyanları ya da bugün hakkında araştırma yapanları belki de en çok şaşırtan husus bu. Zira Utanmaz Adam, Tesadüf, Şıpsevdi, Mürebbiye ya da Cadı Çarpıyor gibi kitaplarını okuyanlar “başka türlü” bir yazar portresi bekliyorlardı kendisinden. Daha girişken ve gamsız, daha alaycı ve amansız. Her şeyle ve herkesle ince ince dalga geçen bir adam göreceklerini sanıyorlardı. Yarı sinik, yarı kötümser, yarı narsist, yarı ukala... Halbuki karşılaştıkları kişi bu özelliklere taban tabana zıt duruyordu. “Bu çelebi, bu zarif, yumuşacık, bu nazlı sesli ve naz gibi ahenkli sima o meşhur Hüseyin Rahmi ha...” diye ifade ediyor hayretini Hakkı Süha Gezgin mesela.
Yazarlar ile yazılarını birbirlerinden ayırd etme gerekliliğini zaruri kılan edebi örneklerin başında gelir Hüseyin Rahmi Gürpınar. Şimdi havalar da düzeliyor, bir bahar sevinci sardı ya her yanı, üstadın adadaki evine bir gidin. Atlayın vapura, yanınıza da bir kitabını alın. Kayısı reçelleri, danteller, kehribar hokkalar, kaybolan yazılar, ormanın yeşilliği, balkondan görülen şehir, dinmeyen bir yalnızlık, hassas bir ruh, kıymetli bir kalem... İlahi Refika Hanım, sayende ne güzel bir yazarla tanışmışım seneler evvel. Müteşekkirim.
06.04.2008