New York ta tüm edebiyatseverlerin bildikleri 92. Sokak ta düzenlenen edebiyat akşamında Amerikalı yazar Charlie Baxter ile beraber bir okuma-söyleşi yapıyoruz kalabalık bir salonda.
Ama ben bu yazıda bu güzel ve keyifli sanat etkinliğini değil, öncesinde yaşananları anlatmak istiyorum. Etkinlikten birkaç gün evvel organizatörler, "Biz senelerdir New York ta bu tür edebiyat etkinlikleri düzenleriz. Adeta gelenek oldu artık. Sahneye çıkmadan önce her yazarı bir saatliğine de olsa lise öğrencileriyle buluşturmaya gayret ediyoruz, onlarla edebiyat sohbeti yapması için. Eğer vaktiniz varsa, lise öğrencileriyle buluşmaya zaman ayırır mısınız?" diye soruyorlar. Seve seve kabul ediyorum.
Böylece birimiz Amerikalı birimiz Türk biz iki yazar sahneden evvel bir sınıfta buluyoruz kendimizi. Uzunca bir masa boyunca sağlı sollu dizilmiş öğrenciler. Bir kenarda termos içinde çay, kahve ve bir tabak kurabiye var. Son derece mütevazı bir ortam. Asyalı, Meksikalı, Siyah, Pakistanlı, Arap.. her kökenden öğrenci var aralarında. Ortak noktalarının ne olduğunu soruyorum. "Bunlar New York un çeşitli devlet liselerinden seçilmiş, edebiyat ve sanat meraklısı öğrenciler" cevabı geliyor. "İçlerinden önemli bir kısmı yazar olmak istiyor ve gerek şiir gerek hikâye dalında ürünler veriyor. O yüzden sizlerle bilhassa nasıl yazdığınızı konuşmak istiyorlar." Nitekim biz içeriye girdiğimizde şaşırarak görüyorum ki gerek edebiyat konusunda gerekse gelen konuklar hakkında gayet bilgililer. Okumuş, önceden hazırlanarak gelmişler. Sınıfta bir de Türk öğrenci olduğunu görmek hoş bir sürpriz oluyor benim için. New York ta edebiyat meraklısı liseliler arasında gencecik bir delikanlının Türkçe soru sorması mutlu ediyor.
Peki gelelim İstanbul a. Şehr-i şehir bilhassa son beş-altı sene içinde tüm dünyada giderek daha çok ilgi gören bir merkez haline geldi. Birbirinden önemli kültürel ve sanatsal festivaller ve etkinlikler düzenleniyor. Uluslararası organizasyon ve konferanslara ev sahipliği yapıyor büyük şehir. Bir de bunların yanı sıra turistik ziyaret amacıyla ya da daha özel, küçük etkinlikler için kendi başına gelen onlarca ressam, yazar, çizer, akademisyen, müzisyen hesaba katılmalı. Tüm bu insanlar İstanbul dan gelip geçiyor. Buradan etkilenerek. İlham alarak. Peki düşünün bir kez. Bu gelen konukları İstanbul daki değişik liselerde okuyan sanat ve edebiyat meraklısı gençlerle buluşturacak benzer bir sistem kurulamaz mı? Bu sayede Ümraniye de, Bahçeşehir de, Kadıköy de bir lisede okuyan ve diyelim ki caza meraklı ya da şiir yazmaya hevesli veya sinemaya özenen bir genç, bu sahalarda dünyanın en önemli isimlerini yakından görme ve onlara sorular sorma imkânı bulsa, güzel olmaz mı?
Bu projeyi konuştuğum bir arkadaşım, "Haklısın ama ancak refah toplumlarında olur bu tür etkinlikler." dedi. "Bizim uğraşacak daha elzem meselelerimiz var. Ya da öyle sanıyoruz." diye ekledi ardından. Ne yazık ki senelerdir bu zihniyetle yola devam ediyoruz. Ekonomi ve siyaset öncelikli, sanat ve kültür ikincil meseleler olarak algılanıyor. Tali yollar. Bu yüzdendir ki bir türlü bitmiyor bu erteleme. "Evvela önemli meseleleri halledelim de sonra sanata sıra gelir" diye diye. Gençlerini sanat ve edebiyatla tanıştıramayan bir toplum nasıl yeniler kendini? Nasıl gerçekleştirebilir hayallerini? Nasıl tanır kendini? Türkiye de son derece özverili lise öğretmenlerinin varlığına rağmen, ne yazık ki edebiyat dersleri bir "ezber ve külfet" gibi algılanıyor nice zaman. Liselerde sanat ve edebiyat çok daha yaratıcı, dinamik, interaktif bir biçimde verilebilir. Böyle yapıldığı takdirde çok daha fazla sayıda öğrenci bu alanlarla ilgilenecek ya da zaten mevcut olan kabiliyetlerini ortaya çıkarma fırsatı bulacaktır. Türkiye genç bir nüfus, giderek gençleşen bir nüfus. Lise öğrencilerine yönelik sanat ve edebiyat etkinliklerinin artırılması bir "lüks" değil, "gereklilik" bu memleket için.
26 Şubat 2008