"Yazarlar hakikaten eleştiriden beslenirler mi yoksa tam tersine kırılıp küserler mi eleştirilince?" diye sordu bir okur, keyifli bir edebiyat söyleşisinden sonra. "Hani aslında herkes beğenilmek ister, değil mi?"
Cevabım, "Elbette eleştiriden beslenirler, hem ruhen hem zihnen." oldu. "Edebiyat eleştirisinin olması değil, aslında olmaması yazarları ve yazı ortamlarını zedeler. Şair ve yazarların ilham ve fikir kaynaklarının çoraklaşmasına sebep olur. Ama eleştiri başka, saldırı başka şey. Yazıya odaklanmak ayrı, yazara odaklanmak ayrı. Bizde biraz bunlar karışıyor ne yazık ki. Yoksa işi yazı-kitap odaklı, samimi ve iyi niyetli eleştiriye hepimizin ihtiyacı var." Eleştirmenlik ve editörlük bizde ne yazık ki kadri yeterince bilinmeyen iki ciddi, iki temel alan. İğneyi başkasına, çuvaldızı kendimize batıralım. Eleştiri geleneği yeterince gürbüz değil; ama eleştirilen eser sahiplerinin de bunu kabullenecek olgunluğu göstermeleri lazım. Yazarların da kabahati var bunda. Editörlere ve eleştirmenlere ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu çoğu zaman teslim etmiyoruz.
Ama bu yazının çerçevesinde benim size anlatmak istediğim eleştirmen, tamamen Türkiye dışından biri. Bugün Amerika da hakkında en çok konuşulan, hem en çok ciddiye alınan hem de yıldırımları üzerine en sık çeken bir hatun edebiyat eleştirmeninden bahsetmek istiyorum: Michiko Kakutani. Time dergisinden sonra 1983 te The New York Times da edebiyat eleştirmeni olarak yazmaya başlıyor. O tarihten bu yana bu gazetede. Ona "edebiyatın kamikazesi" diyorlar. Övdü mü tam övüyor yerdi mi tam yeriyor. Bir kitabı ya çok seviyor ya hiç sevmiyor, adeta ortası yok. İlginçtir, bazı eleştirilerini kendisi olarak değil, başkası olarak yazıyor. Mesela bir film kahramanının ağzından. Ya da bir roman kahramanının gözünden kitap eleştirileri kaleme alıyor. Kakutani son derece yaratıcı, zeki ve kadın sorunlarına duyarlı. Ancak eleştirilerinde sivri. Zaman zaman hayli "ağır" ve pervasız yazıyor. Haliyle seveni de çok sevmeyeni de. Ama neredeyse hiçbir yazar kayıtsız kalamıyor ona. Herhalde çok az eleştirmene nasip olmuştur onun kadar çok ve sık eleştirilmek. O kadar ünlü ki kimi Amerikan dizilerinde adının geçtiğine tanık olmuş olabilirsiniz. Dizilerde/filmlerde kitabı çıkan genç yazarlar ondan eleştiri almayı heyecanla bekliyor; ama eleştiri negatif olunca yıkılıyorlar. Zira Michiko Kakutani, hiçbir eseri beğenmemesiyle, illa ki her kitaba bir kulp ya da her yazara bir kusur bulmasıyla ünlü. Nadiren bir kitabı beğendiğinde bu "mucize" epeyce konuşulacak bir konu oluyor edebiyat çevrelerinde.
Bizde böyle bir hatun edebiyat eleştirmeni olsa, ne dersiniz, olur mu? Kavgacı, tartışmalı, kitapla yatıp kitapla kalkan. Bir değil, birden fazla olsa hatta. İşi ve alanı sadece ve sadece edebiyat olan. Elbette son derece kıymetli kadın edebiyat eleştirmenlerimiz var, sayıca çok değiller; ama "kalemce" büyük ve etkililer. Jale Parla, Nurdan Gürbilek, Necmiye Alpay, Sibel Irzık, Füsun Akatlı ya da Hande Öğüt gibi gayet bilgili, yaratıcı ve özgün sesler. Ama ben bu yazının kapsamında biraz daha farklı bir edebiyat eleştirmeni tiplemesinden söz ediyorum. Biraz daha "tutkulu kavgalar yaparak", "sofistike olanla popüler olanı harmanlayarak", belki biraz daha Kakutani tarzında yazan bir "hatun" edebiyat eleştirmeni. Ama doğrusu zor bir denklem. Kimi eleştirmen var, baştan pozitif yaklaşımı. Zaten ekseriya sevdiği, severek okuduğu kitapları yazıp değerlendiriyor. Oysa nice eleştirmen var, aslında eleştirmek için yazıyor. Sevmemek üzere şartlanmışçasına. İşte böyle bir ortamda kadın edebiyat eleştirmenlerinin getirdiği ve getireceği o farklı soluk iki kat önem kazanıyor, hem yazarlar hem okurlar için. Hepimiz için.
18 Mart 2008