Sizce biz yardımsever insanlar mıyız? Gelin elimizi vicdanımıza koyalım, şöyle bir bakalım hallerimize. Dünya iki büyük doğal afete peşpeşe sahne oldu geçtiğimiz günlerde. Önce Burma-Myanmar ve ardından Çin. Yüzyılımızın en korkunç felaketleri yaşandı art arda.
Ne yapıyor, ne kadar yapabiliyor ya da ne kadar yapmak istiyoruz bu insanlar için? Dünyanın bir başka ucunda insanlar kanadığında, ocaklar söndüğünde sahi hissedebiliyor muyuz acılarını? Umursuyor muyuz yeterince? “Yeterince”, ne demekse... Yoksa televizyon ekranlarından bizlere yansıyan birkaç görüntü, gazete sayfalarını hızla karıştırırken okunan birkaç cümleden ibaret mi kalıyor ilgimizin sınırı? Bir iki cık-cık, vah-vah, belki de “Allah göstermesin,” diyoruz içimizden. Sonra devam ediyoruz kendi hayatlarımıza aynen kaldığımız yerden.
Türkiye’den bu felaket bölgelerine ne kadar yardım gidiyor, merak ediyor musunuz? Ne yazık ki çok az. Verebileceğimizden, yapabileceğimizden kat kat az. Maddi değil bunun sebebi, her şeyden evvel “maneviyatla ilgili”. Kasırganın ve depremin vurduğu bölgeleri nedense “uzak” addediyoruz. Kültürel olarak, coğrafi olarak ama en önemlisi kalben uzak.
İlk önce Burma-Myanmar’daki felaket geldi. Sadece yaşanan tufanın büyüklüğü değil insanları perişan eden. Bir de sonrası var. Kendi hükümetlerinin inadı, çaresizliği, korkuları... Sınırlarını uluslararası gözlemcilere ve yardım örgütlerine açmamaktaki kararlılığı. Burma’da hükümet ne kendisi ulaşabiliyor felaketten en fazla etkilenen ücra köşelere. Ne de buralara yabancı yardım kuruluşlarının gitmesine izin veriyor. Gelen yardımları kabul etmekle beraber, kendisi dağıtmak istiyor. Oysa yaşanan felaketin çapı o kadar büyük ki mevcut devlet aygıtının bunun altından kalkması imkânsız. Dolayısıyla insanlar, mal ve can kaybını yaşamış olmaları yetmezmiş gibi şimdi de açlık, hastalık ve unutulmuşlukla boğuşuyor.
Çin’deki depremde 50 bin insanın ölmüş olabileceği konuşuluyor. Milyonlarca insan evsiz kaldı. Bu yazı yayınlandığında depremin üzerinden bir hafta geçmiş olacak. Enkaz altında kalanlara ulaşma sınırı aşılmış olacak. Burma hükümeti 43 bin insan öldü diyor. Birleşmiş Milletler ise bu sayının 100 bin olabileceğini açıkladı defalarca. Tamamen yardım amaçlı çalışan uluslararası örgütler ise 213 bin ölüden bahsediyor. 43 bin nerde, 213 bin nerde? Ama işte rakamların anlamını yitirdiği bir eşik var. O eşikten sonra bir garip hissizlik çöküyor üzerimize. “Beş bin insan öldü” demekle, “on bin ya da elli bin insan öldü” demek arasında bir fark duymamaya başlıyor dilimiz, yüreğimiz.
Muhakkak ki yapabileceğimiz şeyler var. Öncelikle maddi olarak. Her iki bölgeye de yardım gönderen çok sayıda uluslararası örgüt var. Türkiye’den çok az katılım olduğunu belirtiyorlar ne yazık ki. Oysa bunlardan birine kıyısından köşesinden katkıda bulunmak zor değil. İstanbul’un büyük alışveriş mağazalarında ya da bugünlerde düzenlenen organizasyonlarda, bir kenara bir kutu açmak zor değil. Ama belki de ilk yapmamız gereken bir dünya haritası alıp yakından bakmak. Kendimize ve çocuklarımıza gösterebiliriz. Sahi nerede Burma? Ve nasıl bir ülke? Özellikleri neler? Hükümet neden bu kadar tavizsiz? Neredeydi Çin? Keza Çin’de depremden en fazla etkilenen bölgeler hangileri? Tüm bunlara bakmak zor değil. Bir harita alıp uzun uzun bakmak sulara, karalara. Dünyada hiçbir noktanın hiçbir noktaya uzak olmadığını hatırlayıncaya dek. Biraz okumak bu alanda, etrafımızda buralara giden insanlar varsa onlarla konuşmak. Merak etmek, araştırmak. İnsanca merak ki en çok yakışan insana. Ancak kalben yakınlık duyarsak kendimizi daha sorumlu hisseder ve ancak daha çok sorumluluk sahibi hissedersek bu insanlara yardım etmek için hakiki, samimi bir itki duyabiliriz içimizde.
18.05.2008