Etrafınıza bir kulak verin. Türkçenin yalan yanlış kullanılmasından şikâyet eden pek çok insana rastlayacaksınız. Bu konuda bir fikir birliği var. Dilimiz bozuluyor, bilhassa televizyon kanallarında cahilce tüketiliyor, yabancı kelimelerle deliniyor, dile yeterince özen gösterilmiyor.
Ne yazık ki böyle. Peki, tamam da, öyleyse ne yapalım? İşte bu noktada duruyoruz. Takılıveriyoruz nedense. Şikâyet etmek için kullandığımız enerji ve istekliliğin onda birini çözüm için kullanmıyoruz. Türkçenin bozulmasından şikâyet edenler başta olmak üzere kaçımızın elinin altında Osmanlıca-Türkçe sözlük var? Kaçımız imla kılavuzu kullanıyoruz? Kaçımız böyle bir meseleyi dert edinip gündelik hayatımıza taşıyoruz? Az ki ne az.
Bu hafta Türkçeyi en güzel şekilde konuşan ve yazan kişilere cumhurbaşkanı tarafından son derece anlamlı bir ödül verildi. Türk edebiyatından bu ödüle layık görülen yazar ise edebiyatımıza uzun senelerini, sabrını, sevgisini, titizliğini ve yüreğini vermiş olan biri: Selim İleri. Gerek içerik gerek dil açısından senebesene kalitesinden ve derinliğinden ödün vermeden yazan, zaman zaman bu uğurda yalnız kalmayı göze alan, nezih, kökleri sağlam ve katmanlı bir edebiyatın öncüsü olan Selim İleri. Türkçenin bu en güzel ödülünün edebiyatımızın en duru, en sebatkâr ve en kaliteli kalemlerinden birine verilmesi ne kadar güzel, son derece anlamlı ve yerinde! Yazarlar elbette ödüllere göre hareket etmez edemez, ödüller üzerinden tartılamazlar. Ama böyle anlamlı bir ödülün Selim İleri’ye verilmesini sadece kendi açısından değil, kültür ve edebiyatımızın kalitesinin yükselmesi açısından önemli ve yüreklendirici buluyorum.
Ne de olsa Aydın Sami Güneyçal’ın 2002 senesinde derlediği önemli kaynak kitabının başlığında dediği gibi “Türkçenin Şikayeti Var!”. Bizden, hepimizden. Güneyçal bu kitapta bilhassa medyadaki dil hatalarına odaklanır. Her gün okuduğumuz gazetelerde tekrar eden, önemsemeden geçiştirdiğimiz, belki de kanıksadığımız, alıp da kullandığımız, yayılmasına katkıda bulunduğumuz o irili ufaklı özensizliklerden gafletlere kadar...
Medyada, bilhassa televizyonda hız esas. Haberler hazırlanırken günün “sıcak” gelişmelerini en çarpıcı cümlelerle en kısa ve hızlı şekilde ifade etmek amaçlanıyor. Zaman zaman izleyiciyi aptal yerine koyma pahasına. Bir cümle sekiz-on defa tekrar ediliyor. O cümlede Türkçenin kullanımı bakımından bir hata varsa, izleyici balyoz gibi aynı hatalı ifadeyi defalarca dinliyor demektir bu. Çocuklar böyle öğreniyor, gençler böyle kanıksıyor. Ne yazık ki giderek daralan bir kelime dağarcığıyla geçiştiriyoruz gündelik hayatın dilini. Zira Güneyçal’ın dediği gibi, “iyi ve doğru yazmak için zengin bir kelime dağarcığına sahip olmak, her kavramın karşılığı olan kelimeleri iyi bilmek ve seçmek, bunları yerli yerinde kullanmak” gerekli. Elinin altında daima sözlük bulundurma gereği duymayan insanlardan, hatta böyle yazarlardan oluşan bir toplumda bu nasıl mümkün olacak?
“Romanlarınızda bilmediğimiz eski kelimelere rastlıyoruz,” diye şikâyet eden okurlara sorduğum ilk soru evlerinde bir sözlük olup olmadığı. “Ne yani roman okurken sözlük mü bulunduralım yanımızda?” diyen sevgili okuruma ise sadece şu cevabı verebilirim:
“Gazete okurken yanımızda Osmanlıca-Türkçe veya başka bir sözlük bulundurmak zorunda mıyız? Evet! Yalnız gazete okurken değil kitap okurken de, radyo dinler ve televizyon seyrederken de, hatta konuşurken bile Osmanlıcasıyla ve Türkçesiyle yanınızda yeterli sözlük veya sözlükler bulundurmalısınız. Ben sözlüksüz ev ve işyeri tasavvur edemiyorum. Sözlük de yetmez. Ciddi bir ansiklopedi, bir imla kılavuzu, deyimler ve atasözü kitapçıkları ve yeterli bir atlasla kaynak kitaplarınızı tamamlamalı, elinizin altından eksik etmemelisiniz.” Böyle diyor Hakkı Devrim, 1997 senesindeki bir yazısında. Katılmamak ne mümkün.
01.06.2008