Cinsiyet rolleri doğar doğmaz yağmaya başlıyor üzerimize. Pembeler ile maviler dünyasını daha baştan kesin ve keskin hatlarla ayırmak istiyoruz.
Siz pembe-mavi ayrımına dikkat ya da itibar etmek istemeseniz bile toplum ve çevre hatırlatıyor daima. O kadar çok anne tanıyorum ki sırf piyasada, mağazalarda başka renkler ve seçenekler bulamadıkları için kızlarına pembe, oğullarına mavi odalar döşemek, takımlar düzmek durumunda kalan. Pembe ile mavinin toplumsal kodları bir değil. Adeta "cici bici bebeklik" sıfatı kızlara yakıştırılıyor da erkekler daha ilk nefeslerinden itibaren "ağırbaşlı bir mavilik"e yönlendiriliyorlar. Hastanede Emir Zahir in tüm hediyeleri, süslemeleri, eşyaları illa ki mavi. Gelen çikolatalar bile mavi ambalajlı. Ama işte bir istisna var bu mavi deryanın ortasında: Eflatun bir günlük. Dayanamayıp aldığım hediye, kalıplara sığmayan bir renk.
Ben edebiyata, yazmaya günlük tutarak başladığımdan olsa gerek, çocuklara günlük hediye etmek hep cazip gelir, içimi ısıtır. Okuma yazmayı öğrenmemiştim henüz. Altı yaşında olmalıyım. Bir akşam annem fiyonklu bir paket koydu önüme. Açtım, içinden bir adet günlük çıktı. Pembe sarı sayfalar, eflatun kelebekler ve uğurböcekleriyle bezenmiş, tipik bir cici kız çocuğu güncesi. "Bir an evvel öğren ki yazmayı, bu deftere güzel güzel anlatabilesin yaşadıklarını..." Ben o sene okuma yazmayı bir an evvel günlük tutabilmek için öğrendim. Elimde kalemim, önümde defterim, aman ne saadet ne heyecan... Ne var ki iş ciddi ciddi günlük tutmaya gelince takıldım kaldım bir müddet sonra. Sahi ne anlatacaktım ben bu sayfalara her gün? Birdenbire fark ettim ki anlatacak çok da bir şey yoktu aslında. Yalnız bir çocuktum, evden pek dışarı çıkmayan, dolayısıyla arkadaşsız. Ailesiz bir çocuktum, dolayısıyla kardeşsiz. İçine kapanıktım, dolayısıyla "macera"sız. Günler sıkıcı ve birbirinin aynı. Zamanla baktım ki günlüklerime anlatacak bir şeyim yok, hayalgücümden başka. Böylece ta baştan bulandı hayal ile hakikat. Ben günlüklerime yaşadıklarımı değil, yaşamadıklarımı anlatır oldum. Olmayan insanlar ya da hayali hadiseler...
Olsun, yalan da olsa, kurgu da olsa, yazıya dökünce hakikat olur hayal. Böyle böyle kurarak uydurarak, ben edebiyatçılığa günlük tutarak başladım. Zamanla bıraktım bu alışkanlığı. Bıraktım dediysem, günlükler öykülere, öyküler romanlara evrildi seneler seneler içinde. Yazı ve hayalgücü baki kaldı bu seyrüseferde.
Bu sebepten dayanamadım, Emir Zahir e eflatun bir günlük aldım. Gelen misafirlerden bazıları şaşırıp soruyor: "Kız olsa tamam anlarız da oğlan çocuğuna günlük olur mu?" diyorlar. "Bizim toplumda oğlanların günlük tuttukları pek görülmüş şey değil. Daha çok kızlara özgü günlük tutmak." Neden, diye soruyorum. Düşünüyor onlar da; "Sahi neden böyle?"
Keşke kız çocuklara özgü olmasa günlük tutmak. Keşke erkekler de doğdukları andan itibaren duygularını, kaygılarını, beklentilerini, hayallerini anlatmaya, yansıtmaya teşvik edilseler en az kızlar kadar. Keşke içleri ile dışları arasına mesafeler örmeye yönlendirilmeseler, mavi bir durgunluk altında, mavi bir durgunluk adına.
Biliyorum ki insanlar ikiye ayrılır: günlük tutanlar ve günlük tutmayanlar. Ve ikinci gruptakiler birinci gruptakiler için günlüğün nasıl bir alışkanlık ve sorumluluk hissi olduğunu anlayamazlar. Yemek yemeyi atlayabilirsiniz, en temel alışkanlıklarınızı unutabilirsiniz, ama günlüğünüz varsa yazmayı, kendi içinize bakmayı atlayamazsınız. Öylesine bağımlılık yaratabilir günlükler... Bir erkek çocuk için bile...
05 Ağustos 2008