Edebiyat dünyamız alabildiğine zengin ve renkli. Kuşaklardır böyle bu doku, ama son on sene içinde her zamankinden daha çok sesli, katmanlı ve dinamik.
Bununla beraber bir o kadar derine kök salmış eksiklerimiz, açmazlarımız var. Bunlardan biri de Türk edebiyatının ana damarlarının daha ziyade İstanbul-Ankara-İzmir üçgeninde atması, bu kültür havzasının dışında kalan okurlara yeterince ulaşamaması. Keza yazarlarımızın yeterince yolculuk yapmaması, kendi hayat kavanozlarından çıkmaması, çıkamaması...
Bu hafta PEN Kadın Yazarlar Komitesi nin hayata geçirdiği ilginç bir proje var, bilmem dikkatinizi çekti mi? Edebiyatın değişik kulvarlarında üretmiş bir grup kadın yazarı Anadolu ya götüren ve onlarla Anadolu insanını, bilhassa kadınlarını bir araya getiren bir çalışma bu. Bir ilk. Heyecanla takip ediyorum. Projede Karin Karakaşlı, Müge İplikçi, Nalan Barbarosoğlu, Nazan Haydari, Özlem Yılmaz ve Sezer Ateş Ayvaz yer alıyor. Ekip önümüzdeki ay içinde Antakya, Diyarbakır, Konya, Mardin, Kayseri, Trabzon, Şanlıurfa gibi illeri dolaşacak ve buralarda yaşayan-yazan amatör kadın edebiyatçılarla buluşacak. Amaç Anadolu da edebiyatla uğraşan kadınları yazmaya, yazdıklarını yayınlatmaya, daha özgürce üretmeye teşvik etmek. Büyük şehirlerde yaşayan kadın yazarlarla imkanları daha kısıtlı olan kadın yazarları ortak bir edebiyat sevgisinde buluşturmak, farklı hayat hikâyelerinden gelen bireyler arasında köprüler kurmak ve bunu yaparken kadınların bireyleşmesine yardımcı olmak.
Bu ve benzer projeler şüphesiz ki kadınlara yeni bir var olma, kendini anlatma ve anlama ve belki de beraber hayal kurma alanları açacak. Ayrıca ataerkil kültürde kadınların yaşadıkları sorunlara, önyargılara gene edebiyat aracılığıyla dikkatleri çekecek. Bu anlamda özel bir yeri var Türkiye nin. Ne gelişmiş Batı toplumları gibi ataerkilliği sorgulayan ve sürekli aşmaya gayret eden, ne de Ortadoğu toplumları gibi ataerkilliğiyle genellikle barışık, kabullenmiş bir yapı arz ediyoruz. Amerika da, Avrupa da okullarda, işyerlerinde hatta televizyon kanallarında, popüler kültür araçlarında yaygın bir "feminist bilinç" var. Kadınların sadece dayakla kötekle ya da yasalarla yasaklarla değil, ekseriya soyut öğretilerle, ezberlenmiş kalıplarla, önyargılarla ve kallavi genellemelerle kıstırıldıklarını bilen bir bilinç. Ataerkillik dendiğinde kaba kuvvet değil, hayatın her alanına nüfuz eden ayrımcılığı anlayan ve bunu değiştirmeye uğraşan bir bilinç. Bu yüzden bu tür gelişmiş ülkelerde aklı başında kimse çıkıp da "Kadınlar ezilmiyor ki kardeşim" demiyor.
Ne tam Batılı ne tam Doğulu olan Türkiye de ise ne "feminist bilinç" var ne "kaba, somut ataerkillik". Her konuda karmaşayı ve sentezleri severiz ya, bu konuda da farklı değil. Hem ataerkiliz, katman katman, hem de hadi canım ne alaka aştık biz bunları diyerek, ataerkil değilmiş gibi yapabiliriz pekala. Kadınlarımızın, genç kızlarımızın varoluş hikâyeleri hem bireysel serüvenlerine hem de bir toplumun dokusuna ışık tutacak. Ne çok hikâye var henüz anlatılmamış, dile gelmemiş. Kadınları anlatan ve inanıyorum ki gene ancak kadınların yazabileceği hikâyeler, şiirler, romanlar ve oyunlar, senaryolar. Koskoca bir cevher var Anadolu da henüz yeterince anlaşılmamış, sesine kulak verilmemiş.
Eylül sonunda seyahat sona erdiğinde bu projenin izlenimlerini hep beraber öğreneceğiz. Ben şimdiden bir grup özverili kadın yazarımızın işlerini, güçlerini, rahatlarını, gündelik rutinlerini bir kenara bırakarak başladıkları girişimlerinin tanıklıklarını heyecanla bekliyor, profesyonel kadın yazarlarla amatör kadın yazarları bir araya getiren bu kıymetli yolculuğu yürekten destekliyorum.
02 Eylül 2008