Bir şehrin "öteki" yüzünü keşfetmenin en temel yoludur öznesi belli ya da sabit olmayan duvar yazılarını takip etmek. Zira İstanbul demek camiler, saraylar, anıtlar, abideler demek değil. İstanbul demek kalabalıklar, sokaklar, evler demek değil sadece. İstanbul demek çöp yazıları demek aynı zamanda.
Beklenmedik bir dönemeçte, cinlerin oynaştığı tenhalarda, tarihi konakların bahçe duvarlarında ya da modern binalarda, ibadethanelerin, mezarlıkların, okulların, resmi dairelerin, bankaların duvarlarında, çıkmaz sokaklarda ya da kalabalık meydanlarda... Yeni ile eskinin iç içe geçtiği, İstanbul un kokusunun sindiği her yerdedir çöp yazıları.
Kabul etmek istemeyiz belki ama bu şehir, çöplerine borçlu varlığını. İstanbul hakkında basılan turistik broşürlerde şehre dair pek çok bilgi verilir de bu temel nokta atlanır ekseriya. Temiz, steril, düzenli bir hayat ise arzuladığın, o zaman İstanbul sana göre değil. Etraflarındaki her şeyi ince ince denetlemeyi seven o kontrol meraklısı insanlara göre değil burası. Hijyenik değil bu şehir, hiç olmadı ki tarihi boyunca. Hani eğer "kaos bana göre değil, isterim ki tamamen düzenli, tamamen hesaplanabilir, tamamen kontrol edilebilir olsun hayatım ve yaşam alanım" diyorsan, belli ki İstanbul senin mekanın değil.
Yok eğer dersen ki "kaosa da, kire de, pasa da, karanlığa da yer var hayatımda çünkü zaten hayat demek bunlarla yaşamak demek, çünkü zaten hijyenik değil hayat, temizlik kadar kir de, kozmos kadar kaos da, yenilenmek kadar eskimek de hayatın bir parçası, ayrılmaz bir parçası", o zaman gel dene bir İstanbul u, yaşa burada, solu havasını, dokusunu, insanlarını, hikayelerini. Gel yaşa burada, yaşa aydınlıkla karanlığın harmanlandığı, eski ile yeninin durmadan karıştığı, diyalektiğin şaşmadan tıkır tıkır işlediği bu şehri... şehr-i şehri.
Hamileliğinin son aylarında aşırı kilo almış bir kadına benzer İstanbul. Attığı her adımda, azametle büyümüş karnından su sesleri yükselir dalga dalga. Sürekli yiyor ya, yıllar, yüzyıllar boyu şiştikçe şişmiş İstanbul. Gemiler ve kayıklar, arabalar ve TIR lar, titrek bacaklı hamallar ve konvoylarla kasa kasa taşınıyor içecekleri, yiyecekleri. Yiyor da yiyor İstanbul, daima aç.
Bildiğin hiçbir yere benzemez bu şehir, gördüğün hiçbir rüyada açık etmez kendini olanca çıplaklığıyla. Durmadan hareket halinde, durmadan kendini yenileyen, eskiyi de yeninin içine özümseyen, gelen her yeni göçmeni, her yeni yolcuyu ve her yolunu şaşırmışı bünyesine çekip kimyasına sindiren, bir kendini içine sindiremeyen, kat üstüne kat, yazı üstüne yazı, devasa bir labirent bu şehir, girişi olmayan. Sonu yazılmamış bir masal bu şehir, kuyruğunu yutan bir yılan, hayali aslından güzel bir serap, dinmeyen bir devr-i daim.
30 Eylül 2008