Tüm dünyanın nüfus dengelerini etkileyebilecek bir gelişme yaşanıyor Çin’de. Hükümetin 1979 senesinden beri uyguladığı tek çocuk politikasının bilinmeyen, beklenmeyen bir sonucu. Söz konusu politika her ne kadar ortalama her ailenin bir çocuk sahibi olabileceği anlamına geliyor gibi görünse de, aslında pratikte ortalama her ailenin kız değil erkek evlat sahibi olmaya teşvik edilmesi anlamına geliyor. Ne de olsa tıpkı biz gibi Çin de ataerkil bir memleket. Erkek çocuk kız çocuktan daha kıymetli addediliyor. Tek çocuk haklarını aileler erkekten yana kullanıyor. Peki ya kız bebekler? Çoğu olmasa bile önemli bir kısmı, cinsiyetleri tespit edilir edilmez aldırılıyor. Bu uygulama dünyanın en eski ve en kalabalık medeniyetlerinden birinde tam otuz senedir devam etmekte. Sonuçta bu uygulama yüzünden Çin bugün dünyanın cinsiyet dağılımı bakımından en dengesiz ülkesi. Yeni doğan erkek bebeklerin oranı kız bebeklerden yüzde 20 daha fazla. Öyle şehirler ve kasabalar var ki 163 oğlan çocuğuna 100 kız çocuk düşüyor. Bu dağılımın ileride nasıl toplumsal, kültürel sonuçlar, hatta siyasi sonuçlar doğurabileceğine dikkat çeken uzmanlar tedirgin, şimdiden uyarıyor.
2020’li senelere geldiğimizde Çinli erkeklerin yüzde onu eş bulamayacak. En azından kendi ülkelerinde. Bu “erkek fazlalığı” Çin toplumu üzerinde inanılmaz sonuçlar yaratabilir. Hem uzmanlara hem tarihçilere göre, gündelik hayatta şiddetin artması bunun bir numaralı sonucu olabilir. Tarih de benzer örneklerle dolu. Kadının olmadığı ya da kadınların erkeklerden bariz şekilde daha az olduğu yerlerde gündelik ve kaba şiddet daha fazla oluyor. Tarihçiler 18. ve 19. yüzyılda Amerikan yerleşimcilerinin gündelik hayatlarını örnek olarak gösteriyorlar. ‘Erkek egemen vahşi Batı aynı zamanda şiddetin de en yoğun olduğu yerlerden biriydi. Keza günümüzden bir örnek. Kadınlar stadyumlara gitmeye başladığından beri bu sırf-erkek-mekânların dillerinde bir değişim ve yumuşama olduğu defalarca yazıldı, çizildi. Daha çok sayıda kadının futbolu yerinden izlemeye gitmesi, tüm bir spor camiasının dilini, üslubunu değiştirebilir.
Türkiye’de istatistiklere bakacak olursanız kadın-erkek dağılımı açısından endişe edecek bir durum yok. Doğan kız çocukları ile erkek çocukları arasındaki denge sağlıklı. Ancak bu işin yüzeydeki kısmı. Zira hayatımızın öyle alanları var ki kadınlar adeta yoklar. Nerelerde mi? Başta siyaset. Ardından spor. Belli işkolları. Kamusal alan. Buralar erkek egemen mekânlar, kadınların ya hiç olmadığı ya da son derece az ve sınırlı bir şekilde katılabildikleri.
Çin’de yaşanan durumdan kendimiz için bir ders alabiliriz. Kadınların azlığının hem bireyleri hem koskoca bir toplumun dokusunu nasıl yaraladığını, zedelediğini görebiliriz, görebilmeliyiz. Kadının olmadığı yerde şiddet artar. Tahammülsüzlük, sabırsızlık, kavga, dövüş, sövme artar. Hem fiziksel hem sözsel. Kadınlarını evlerde, salt ev işleri ve çocuk bakımı ekseninde, hayallerini gerçekleştirmekten uzak ve aciz tutan bir yapı değil, kadınları erkeklerle beraber ve eşit oranda siyasete, işkollarına, kamusal alanlara sokabilen bir yapı hepimizin hayrına olacak, bu toplumu çok daha barışçıl, uyumlu ve demokratik kılacaktır.
13.07.2008