Öyle seveceksin ki edebiyatı, yazı yazmayı, hayatındaki en önemli şey olacak, en büyük tutkun. Onun dışındaki her şey tali gelecek, bir kenara itilebilir. Ya da öyle zannetmek isteyeceksin.
Öte yandan öyle zamanlar var ki hayatta, mesela bir bayram sabahında, oturup düşünürken bulabilirsin kendini daha başka başka nelere önem verdiğini. Ve o zaman sorabilirsin usulca, sahi yazıdan önemli şeyler de var mı hayatta? Yaş ilerledikçe tekrarlanır bu sualler. Bulduğun cevaplara şaşırabilirsin. Birden ehemmiyetini yitirebilir yazmak. Öncelikler listesinde yeri kayabilir aşağılara. Bu çelişkili fikirler hemen her yazarın hayatında mevcut belki de. Mesela, “büyük şair, büyük edip olmaktan daha önemli üç şey var,” demişti Yahya Kemal. “Birincisi evlenip yuva kurmak, ikincisi bir ev sahibi olmak, üçüncüsü bir tarafta kimseye muhtaç olmayacak kadar parası bulunmak…”
Böyle demişti demesine de kendi bunları yapabilmiş miydi bari? Hayır. “Ben bunların üçünü de yapamadım. Akşam oldu mu dostlar dağılır, evlerine gider. Ben şu otel odasında yalnızlığı bütün dehşetiyle duyarım. Ne şiir, ne kitap ve ne de dostlarım beni bu korkunç yalnızlıktan çekip alabilirler.”
Yahya Kemal’in hayatında beni en çok etkileyen ayrıntılardan biri sadece bir yetişkin olarak değil, küçük bir çocukken de çektiği yalnızlık ve dadısına olan o muhteşem sevdası. Kırılgan bir oğlan çocuğu olarak tasavvur edin bu büyük yazarı. Dadısına âşık. Dadının ismi Zeynep. Onun her isteğine koşan, bebeklikten itibaren yanından bir an olsun ayrılmayan, gölge gibi, su gibi, hava gibi her daim onunla olan, şefkatli ve sevecen bir genç kadın… ve hep yanında durmasını bekleyen bir oğlan çocuğu.
Zeynep’in evleneceği gün Yahya Kemal’i bir bahaneyle evden uzaklaştırırlar. Beş yaşındadır yazar. Hiç unutmaz o anı. Seneler seneler sonra bile acıyla yad eder. ‘Beni Zeynep’in evine götürdüler. Küçük bir muhacir eviydi. Zeynep ordaydı. Yeni gelinler gibi giyinmişti. Onu görünce kucağına atıldım. Ben ağlıyordum, o ağlıyordu. Küçük kalbimin müthiş bir üzüntüsü vardı.’
Çocuk Yahya Kemal’in mutsuzluğu o kadar derindir ki Zeynep yeni evli olduğu halde zaman zaman eşini bırakarak gene ona bakmak için yanlarına dönmek durumunda kalır. Sırf gönlü olsun diye. Ama yazar ilk ayrılığını, ilk kalp ağrısını tatmıştır artık. Büyü bozulmuştur. Oradan çok sevdiği ama son anda evlenmekten vazgeçtiği Celile Hanım’ın hikâyesine kadar uzun gibi görünse de aslında kısacık bir yol uzanıyor.
Yahya Kemal’in çok sevdiği Celile Hanım, Nazım Hikmet’in annesiydi. Yahya Kemal de Nazım Hikmet’in hocalığını yapmıştı bir dönem. O zamanlar Nazım Hikmet oldukça genç olmasına rağmen evdeki iki yetişkin arasındaki çekimi fark etmekte gecikmedi. Ve bir gün bir not bıraktı Yahya Kemal’e. “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz.”
Olmadı zaten. Olamadı. Son anda bozuldu büyü. Tam bir dönüm noktasıydı Yahya Kemal’in hayatında. Bundan sonrası alabildiğine derinleşen hüzün. Akşam olup da dostlar dağıldığında, kendi kendisiyle başbaşa kaldığında, belki de bir oğlan çocuğu olarak sadece dadısı Zeynep’in yanında bulduğu o karşılıksız şefkatin hayaline, hasretine sığındı. Sonsuz ve som yalnızlığında.
05.10.2008