Geçen haftanın özeti: Renklerin kullanılma ve algılanma biçimlerine bakarak bir memleketin hem kültürel hayatı hem de kültürel ölümü hakkında epeyce bilgi edinmek mümkün. Osmanlıca kelimelerin yitimi beraberinde renklerle ilgili kelimelerin daralmasını da getirdi.
Bugün Türkçe yazan her kalemşorun tespit edeceği üzre son derece kısıtlı bir kelime hazinemiz var renkler söz konusu olduğunda. Firuzefâm, nilfâm, lâlin, zerdî, zeytunî.. kelimeleriyle beraber o renklerin kendileri de silinmiştir havsalamızdan.
Türk dilinde renk betimlemelerinde kullanılan kelimelerin kaybından duyduğumuz esefle kaldığımız yerden devam edelim kişisel-kültürel renk sözlüğü maddelerine:
Tülbent beyazı: Soluk, tedirgin görünümüne rağmen en dayanıklı, en temel renklerdendir kültürel hayatımızda. Fazlasıyla mütevazıdır, severim kendisini. Namaz tülbentleri, bebeklerin binlerce kez yıkana yıkana örselenmiş önlükleri ve kurşun kalemlerin kemire kemire incelmiş silgileri ekseriya bu renktir. Bizimle beraber yaşar ve bizimle beraber yaşlanır tülbent beyazı. Öteki beyaz tonlarından ama bilhassa da çamaşır-suyu-beyazından kati surette ayrılır. Çamaşır-suyu-beyazı gibi çığırtkan değildir. Evlerin misafir odaları sadece misafirlere ayrıldığından çamaşır-suyu-beyazı örtülerle kaplanır bu odalardaki kıymetli koltuklar. Çamaşır-suyu-beyazına bulaşmış eşyalar yaşayamaz, soluk alamazlar. Oralara rahat rahat giremez insan. Hep bir mükemmellik arzusu kaplar her yanınızı. Oysa diğer odalarda özgürdür çocuklar. Döker saçar oynayabilirler diledikleri gibi.
Tülbent beyazı şefkatlidir ve su gibi akışkan. Çamaşır-suyu-beyazı ise kuralcıdır; merkeziyetçi ve kendinden olmayanı cezalandırma gayesinde. Bir toz, bir leke, bir farklılık.. hiç affetmez, hemen silmek ister bünyesinden. Bu yüzden işte, bu sebepten, bu memleketin görüp geçirdiği askeri darbelere bir renk biç deseler, tereddütsüz çamaşır-suyu-beyazı derim.
Alamancı yeşili: Yazları gelir ve hediyeler getirirlerdi. Bavullarından görülmemiş eşyalar kadar, alışılmadık renkler ve kokular da çıkardı. Bir keresinde Almanya ya yerleşen bir tanıdık alabildiğine parlak, neredeyse cırtlak, fıstık yeşili bir çanta getirmişti teyzesine. Kadıncağız hediyeyi nezaketle alıp bir kenara kaldırmıştı anında. Nerede görülmüş orta yaş üstü kadınların fıstık yeşiline çalan tonda çanta taşıdıkları? Alamancı yeşili kalmıştı daha sonra bu tonun ismi kadınlar arasında. Ne vakit aşırıya kaçmış bir şeyle karşılaşsalar "ne o öyle, Alamancı yeşili gibi!" derlerdi.
Seneler sonra İstanbul da, Bit Palas adlı romanımda kullanılmak üzere sokak sokak duvar yazıları toplarken Alamancı yeşili ile yazılmış olanına da rastladım. Balat ta bir sokak arasında devasa harflerle şöyle buyurulmuştu: SECDE ETTİM AŞKA. Merak ettim yazanı. Mahallenin çocukları yetiştirdiler hemen, Alamancı filanca yazdı o yazıyı diye. Tesadüf elbette adamın bu rengi seçmesi, tesadüfler ne kadar tesadüfi ise...
Nazar mavisi: Mavinin her tonu nazarla ilintili değildir. Son zamanlarda piyasaya seri üretim sürülen yalapşap nazar boncukları dikkate almaz bu tarihsel/kültürel ayrıntıyı.
Globalleşme oranjı: Mağazalarda tezgahtarların ağızlarını doldura doldura telaffuz ettikleri, bilhassa kadın müşterilerin belli ki kulaklarını hiç tırmalamadan talep ettikleri en son moda, en tarihsiz renk ismi. Globalleşmenin getirdiklerinden. "Turuncuya ne oldu, kavuniçini eller mi aldı?" diye sorsam da her seferinde, boş bir bakış ya da sığ bir tebessüm eşliğinde gene de ısrarla tekrarlanan o tahammülfersa cyborg kelime: o-ranjjjj.
25.07.2004