Son elli senenin en etkili, en tanınmış ve tezleri en çok tartışılan siyaset bilimcisi öldü. Samuel Huntington seksenbir yaşında, geride pek çok kitap, makale, sav ve onu seven sevmeyen, bilerek bilmeyerek hakkında habire konuşan bunca insan bırakarak vefat etti.
Tam ellisekiz sene Harvard Üniversitesi nde profesörlük yapmış ve yüzlerce, binlerce öğrenci yetiştirmekle kalmayıp, dünyanın farklı yerlerinden çok sayıda akademisyene, uzmana ve entelektüele kılavuzluk etmişti. Onyedi kitap, yüze yakın bilimsel makale bulunuyordu külliyatında. Ama işte tüm çalışmaları içinde bir tanesi vardı ki; yazarından bile meşhur olmuştu: Medeniyetler Çatışması Tezi!
Hani bir kitap yazarsınız ya da bir teori geliştirirsiniz veya bir filme imza atarsınız ya da bir albüm çıkartırsınız ve o çalışma onu meydana getiren kişiden daha ünlü ve önemli olur; alır başını kendi yolunda gider ya, Medeniyetler Çatışması tezi de böyle bir şeydi. Kimisi kızarak ve yererek, kimisi destekleyerek ve överek, dünyanın her yerinde sayısız insan bu teze atıflarda bulundu ve hâlâ da bulunuyor.
Huntington, Soğuk Savaş sonrası dünyada kültürel ve dinî kimliklerin etkili, hatta belirleyici olacağına inanıyordu. Aslında kendi kuşağındaki pek çok siyaset bilimciden farklı olarak "kültür"e "siyaset"ten daha fazla önem vermesiyle dikkat çekmişti. Bu yüzdendir ki erken çalışmalarından birinin başlığı "Culture Matters" (Kültür Önemlidir) idi. 1993 senesinde Foreign Affairs dergisinde, Francis Fukuyama nın Tarihin Sonu tezine tepki olarak geliştirdiği savını yayınladı. Fukuyama ne derse desin, Sovyetler Birliği nin çökmesiyle beraber tarih sona ermiyor, ideolojik kırılmalar kapanmıyor, çatışmalar bitmiyor, tam tersine sadece şekil ve suret değiştiriyordu. Bundan böyle dünya medeniyetler arası çatışmaya ve uyuşamamazlığa sahne olacaktı.
11 Eylül sonrası yaşanan keskin dönüşümlerle beraber dünya tarihi Fukuyama dan ziyade Huntington u haklı çıkardı. Ama ne yazık ki Huntington un kendi tezi de eski önyargıların pekişmesine ve yeni önyargıların filizlenmesine sebep oldu, çanak tuttu. İslam dünyasının, "özünde ve tanımı gereği", başka bir kültür, farklı bir toplumsal ve siyasî dokusu olduğuna ve dolayısıyla Batı dünyası ile yan yana duramayacağına inanan kim varsa Huntington un tezlerine dört elle sarıldı. Böylelikle bu ünlü siyaset bilimci dünyanın bölünmüşlüğünü sadece çözümlemekle veya yansıtmakla kalmadı. Aynı zamanda bu bölünmüşlüğü derinleştirdi. Zihinlerde pekiştirdi.
Huntington a yöneltilen eleştiriler arasında en güçlüsü Edward Said den gelmişti. Said, "Cehaletlerin Çatışması" adını verdiği makalesinde, medeniyeti sabit ve yekpare, değişmez ve verili kabul eden yaklaşımı yerden yere vurmuştu. Huntington un sandığı gibi zamanda donmuş kalmış, mekândan ve tarihten azat bir "medeniyet" tanımı yoktu ki. Huntington hayalî bir Doğu, hayalî bir Öteki, hayalî bir coğrafya üzerinden konuşuyor ve en beteri, kendi zihninde ürettiği ayrımları sabitleştirip öteliyordu.
Said in eleştirileri dün olduğu gibi bugün de kuvvetli ve geçerli. Ancak Huntington ve ona inananların da bir ağırlığı var bu dünyada. Bu yüzdendir ki bilhassa İslam dünyası "Medeniyetler Çatışması" söylemine alternatif söylemler yakalamaya çalışıyor. Bu arayışların özellikle bu çatışmada "öteki uç" olarak algılanan İran dan gelmesi manidar. Hatırlarsanız Muhammed Hatemi "Medeniyetler Arası Diyalog" kavramını vurgulamıştı. Aynı kavram daha sonra Birleşmiş Milletler de de benimsendi. Keza Türkiye de de yankı buldu. Huntington, dünyanın din ve kültür ekseninde ciddi çatlaklar yaşadığı bir dönemin sesi, akademisyeniydi. Onun tezine temel oluşturan kültürel kırılmayı aşmak ise hepimizin meselesi. Zira hâlâ ve ısrarla cehaletlerin çatıştığı bir çağda yaşıyoruz.
30 Aralık 2008