"Yaşamak için okumalı" demişti Flaubert. Onun için öylesine vazgeçilmezdi kitaplar. Yaşıyorsan, düşünüyor, merak ediyor ve hayal kuruyorsan, kitapsız bir dünya mümkün olabilir mi?
Flaubert, bu çağda yaşıyor olsaydı o çok sevdiği kitapların yeterince okunmadığına, kitap sayfalarının yerini bilgisayar ekranlarının aldığına tanık olacaktı. Belki de karamsarlığa kapılacaktı. Zira kitaplar yavaş yavaş ama adeta önlenemez bir şekilde gençlerin dünyasından çekiliyor. Yerlerini bilgisayar ekranları alıyor. Ve bilgisayar söz konusu olduğunda, internetten elde edilen bilginin kalitesi, güvenilirliği o kadar tartışmalı ki...
Batılı sosyal tarihçiler bir odaya çekilip sessizce kitap okuma alışkanlığının aslında sanılandan yeni olduğunu, asırlar boyu insanların mırıldanarak, konuşarak, gayet yüksek sesle okuduklarını vurguluyor. Adeta kutsal bir yeri var kitapların insanların hayatında. Okuyor ve harflerin sırrını çözüyor olmak neredeyse gizemli bir serüven addediliyor. Bugünse tablo bambaşka. Yakın zamanda açıklanan verilere göre 18-24 yaş arası Amerikalıların neredeyse yarısı, "keyif için, kendin için, sevdiğin için kitap okumak" ne demek bilmiyor. "Eskiden üniversite çağındakilerin evinde sınırlı da olsa bir kütüphane bulunduğunu varsayarak hareket ederdik. Artık bu geçerliliğini yitirdi. İnsanlar okumuyor." diyor bu raporu hazırlayan enstitünün başkanı. Amerika da durum böyleyse, bizde durum nasıl, düşünebiliyor musunuz? Düzenli kitap okumak sadece kitap alıp onunla zaman geçirmekle sınırlı bir edim değil. Bir yaşam biçimi. Dünyaya bakış ve varoluş biçimi. Gene aynı araştırma, düzenli kitap okuyan gençlerin dünyayı daha iyi kavradıklarını, sinemaya, müzeye, etkinliklere daha çok giden, daha kültürlü olduklarını altını çizerek ortaya koydu. Kitap, insanın hayatına tek başına gelmiyor. Beraberinde bir yaşam tarzı ve şuur getiriyor.
On yaşında bir oğlu olan yakın bir arkadaşım geçenlerde dert yanıyordu bana. "İnternete bağlanmasını yasakladık. Haftada sadece üç saat izin veriyoruz, o kadar. Çocuk kitaba dokunmayı unuttu. Ne zaman ödev yapması gerekse, internetten bulduklarını indirip yazıyorlar. Tabii bu arada bir sürü sakıncalı siteye girip çıkıyorlar." Arkadaşımın oğlu sonunda ansiklopediler, kitaplar karıştırarak hazırlamış ödevini. Ama teslim ettiği zaman bir şeyi fark etmiş. Koca sınıfta kitap kullanarak ödev hazırlayan tek öğrenci oymuş.
İnternet, vaktiyle muazzam bir özgürlüktü. Şimdiyse bizi hapseden ve kuşatan bir cendere olmaya başladı. İnterneti bilgilenmek için kullanmak mümkün. Ama daha ziyade "bilgilendiğini zannederken cahilleşmek" için kullanıyoruz. Müthiş bir bilgi kirliliği var. Ve bu arada kitaplar ta yüzyıllardır taşıdıkları kokular ve sırlarla bir kenara atılmakta. Etrafınıza bakın, kaç genç tanıyorsunuz kitap okumayı "ödev olsun" diye değil, tutkuyla seçen ve seven? Son zamanların en çok konuşulan kavramlarından "Digital literacy, yani dijital okur-yazarlık", bilgi ile cehalet arasında incecik bir sınırda duruyor. Her an bir tarafa devrilecekmiş gibi.
Ve tarihçi Alberto Manguel den bir hikâye: 11. yüzyıl başında İran da kitaplara düşkün bir şah yaşardı. Günün birinde bir sefere çıkması icap etti. Ama kitaplarından ayrılmak istemiyordu. 117.000 kitabı vardı. Sonunda kitaplarını da beraberinde götürmek için duyulmamış bir şey yaptı. Dört yüz deveyi arka arkaya dizerek hepsine kitap yükledi. Develer, harf sırasına göre sırtlarına konulan kitapları taşıyarak şahla beraber sefere geldiler. Böylece şah yol boyunca ne zaman bir kitaba ulaşmak istese, o harfi taşıyan deveyi bulup, kitabını kolaylıkla çekip alabiliyordu.
Böylesi tutkulu bir kitap düşkünlüğünden, bugünün kitap okumayan gençliğine uzun bir yol geldi insanlık. Ama bunun adı "ilerleme" mi, orası tartışmalı.
25 Ocak 2009