15 Ağustos tarihli "Neden Zaman?" başlıklı yazıma cevaben o kadar çok okur mektubu aldım ki Türkiye nin farklı farklı illerinden, yazan herkese hem tek tek hem topluca teşekkür edip yürekten, farz oldu söz etmek gelen yorumlardan ve "hikayeler"den.
Hikayeler diyorum çünkü mektup yazan, e-mail atan hemen hemen herkesin kendi hayatından yola çıkarak paylaştığı bir hikayesi vardı. Kimi ömrü hayatı boyunca çekmişti Türkiye nin kültürel dokusuna hakim olagelmiş adacıklardan, adalaşmalardan. Kiminin benzer bir anısı vardı geçmişten. Kiminin yakın bir akrabası vardı, ideolojik yelpazenin başka başka noktalarında kendisini konumlandıran ve onunla senelerdir bir türlü "konuşamamak"tan muzdaripti. Kimi sol entelijensiyanın elitizmine, kimi muhafazakar kesimin siyasi, estetik ve kültürel sığlıklarına isyan etmekteydi. Kimi de bizzat kendisinin "beriki" kesimin aydınlarına karşı vaktiyle ne denli önyargılı olduğunu, "kendinden" saymadığı yazarları, romancıları okumadığını itiraf ediyordu samimiyetle, yarı katı yarı mütereddit. Kimi "onlar"a sesini duyuramamaktan muzdaripti; kimi de bunlar ın arasında mutlu olamamaktan. Kimi bu memleketin en çok köprü kimliklere ihtiyacı olduğunu düşünüyordu; kimi de köprü kimlikleri aidiyetsizlik , aidiyetsizliği de kaypaklık ile bir tutuyordu. Kimi bu topraklarda hem mutasavvıf hem de solcu olmanın olanaklarını tartışıyordu kıyasıya, kimi ise böyle bir ihtimali anmayı bile küfür addediyordu kitabında.
Konuyu bir yana bırakma ve genelleme yapma pahasına, nicedir içten içe düşündüğüm, çeşitli defalar test edip onayladığım bir belirlemeyi ifşa etmek istiyorum: Tastamam 6 ana gruba ayrılıyor okur mektupları, uzunluklarına ya da faillerine göre değil, renklerine göre!
Bir: Kızıl mektuplar. Öfkeyle kaleme alınmış, en çok da kendinden sıkılmış, herkese her şeye illa ki bir şeylere kızan, kızdıkça galeyana gelen, yanlış memlekette doğduğuna kani ve buna veryansın eden, kimsecikleri beğenmeyen, kendi kendini dolduran ama yakıtını çabuk tüketen kızgın sirke küpüne zarar mektuplar.
İki: Külrengi mektuplar. Sırf yazılmış olmak için yazılan, tam olarak ne söylediğini bilmeyen, belki de bilmek istemeyen, sırf konuşmak, salt ulaşmak derdinde, mümkünse dertleşmek değilse duyurmak isteyen, adresini şaşırmış ama aslında adresi de olmayan mektuplar. (Külrengi mektuplarda en sık geçen cümle: Gerçi henüz hiçbir kitabınızı okumadım ama bence siz şöyle şöyle bir edebiyatçısınız. Gerçi henüz okumadım ama son romanınız bence....)
Üç: Çivit Mavisi Mektuplar. Baştan sona akılcı, analitik çözümlemelerle yüklü, kime ne yazdığının gayet bilincinde mektuplar. Mektubun muhatabının neredeyse her yazısını, her eserini didik didik okumuş, hatmetmiş, çözümlemiş ve şaşırtıcı raddede ayrıntılara dikkat buyuran, zeka dolu gözlem yüklü, iki kere okuma gereği duyduğunuz mektuplar.
Dört: Eflatun mektuplar. Hayali bir suretin peşinden giden, yazıyı bir kenara iteleyip yazara odaklanan mektuplar. (Eflatun mektuplar için anahtar: yazılardan ziyade fotoğraflardan bahsederler, kelimelerden ziyade suretlere odaklanırlar.)
Beş: Safran Sarısı mektuplar. Candan, yürekten, kendiliğinden, belli ki benliğinin yedi kat sırlanmış evreninden yazan, nice canım hikayeleri aktaran, paylaşan, insanın yüreğini cızz ettiren, kolay kolay unutulmayan, silinmeyen, zatına hoşça bakan rindane kalenderane dervişane, ruhdaş mektuplar.
Altı: Aysız-gece-karası-simli-kenarlı mektuplar. Okumayı seven, hem de çok seven, romanlar arası bağlantıları gören, beynini de kalbini de hem bir külfet hem bir nimet gibi yüklenen, okuyup düşündükçe düşünüp okudukça belli ki acı çeken, hüzün yayan, duyarlılık kokan, kitap kurdu, yazara saygı duyan, yazarı değil yazıyı tartışan, derin, engebeli, dipsiz kuyu, hem yakın mı yakın, hem her seye uzak, muammabey muammahanım mektuplar.
22.08.2004