Bir yazar düşünün, dünyaca ünlü. Bir yazar düşünün, kitapları hemen hemen her dile çevrilmiş olsun; hikaye, roman ve denemeleri iz bıraksın zihinlerde; ismi ulusal, bölgesel sınırları aşsın fersah fersah. Ve şimdi bu yazar küskün, köşesine çekilmiş, medyadan ısrarla uzak duruyor, gazetecilerle tek kelime konuşmuyor. Uzaktan takip ediyorum. Buruk bir merakla. Anlamaya çalışıyorum, anlayabildiğimce.
Bahsettiğim yazar Milan Kundera. Dünya edebiyatının en özgün ve saygın isimlerinden biri. 20. yüzyılda, totaliter rejimlerde bireylerin akıl ve ruh sağlıklarını nasıl yitirdiğinin tanıklığını yaptı hem de senelerce. Keskin bir mizah, bolca ironi, şüphecilik ve zekice sunulmuş eleştirilerle yaptı bunu. Bireyselliğin, yaratıcılığın, çoğulculuğun ve özgürlüğün sembolü olarak algılandı. Ancak nicedir ortalıkta dolanan bir iddia Kundera yı zor durumda bırakmakta. Respekt dergisinin ortaya attığı bir sav bu. Kundera 1950 senesinde bir arkadaşını casuslukla itham edip gizlice polise ispiyonlamakla suçlanıyor. Bunun kayıtlarda mevcut olduğu söyleniyor. Söz konusu adamın bundan ötürü on dört sene boyunca çalışma kampına mahkûm olduğu konuşuluyor.
Sözü geçen dönemde Milan Kundera, tıpkı Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliğindeki Sabina karakteri gibi asi, sert, hırçın ve fevridir az biraz. Ne kitlesel gösterilerden hoşlanır, ne halkın rağbet ettiği uğraş ya da meraklardan. Gençliğini analiz edenler sert bir portre gördüklerini söylüyorlar. Ama gerisi bir sis perdesi. Kundera ise adı geçen şahsı tanımadığını, bu iddia-iftiradan dolayı şaşkınlık içinde olduğunu söyledi. Hadisenin 1950 senesinde geçtiği söyleniyor. Bugün 2009 da yazar masumiyetini ispatlamak gibi ağır bir yükümlülükle baş başa bırakılıyor. Belki de bu yüzden, durumun saçmalığını bildiğinden, başkaca bir açıklama yapmadı. Kırgınlığı devam ediyor sanki.
Bu arada beni en çok düşündüren açıklamalardan biri seneler evvel casusluktan tutuklanan şahsın eşinden geldi. Kadın yaptığı açıklamada "İyi de ne fark eder ki?" dedi. "Kocamı ispiyonlayan insan ha sıradan biri olmuş, ha dünyaca ünlü biri. Filanca olmuş ya da falanca, bizim için neyi değiştirir?"
Kundera ise bu konuda daha fazla konuşmayı reddediyor. Geçmişin onun için ne ifade ettiğini, söylenenlerin onda ne yaralar açtığını biz bilemeyiz. Uzaktan ahkâm kesemeyiz. Ama ironik bir durum var ortada: Özgürlüğün sesi olarak bilinen bir yazar, bir başka insanın özgürlüğünün elinden alınmasına sebep olmakla itham ediliyor. Demokratik toplumlarda basının rolünü, totaliter rejimlerdeki baskı unsurlarına benzeten ve bireylerin mahremiyetine saygı gösterilmemesini eleştiren Kundera şimdi bu "ağırlığı" kendi omuzlarında hissediyor. Onu yalnız bırakmayanlar da var. Fransız yayıncısı bu konuda bir açıklama yaptı. Altında dünyaca ünlü yazarların isimleri vardı.
Milan Kundera benim kendi edebi yolculuğumda da hep severek takip ettiğim, okumaktan keyif ve feyiz aldığım bir yazar olageldi. Onun romanlarını olduğu kadar edebiyat ve sanat hakkındaki denemelerini de zekice ve yaratıcı buluyorum. Böyle derin yazılar yazan birinin kimseyi bilerek ve isteyerek ispiyonlayacağını sanmıyorum. İşin bir başka üzücü yanı insan hafızasının nankörlüğü. Tüm ömrünü sanata ve özgürlüğe adamış birini ne çabuk yargılıyor ve yaftalıyoruz. Ne kolay insanları itham altında bırakmak! Ama bir şey daha var dikkatimi çeken: Bakıyorum da ne çabuk kırılıyor yazarlar. En "erkek" en kırılmaz, en eleştirel olanlar bile kırılıyor aslında. Çekiliyor köşesine. Bunca ilgiden, dedikodudan, sözden ve eleştiriden rahatsız.
Dedim ya izliyorum uzaktan. Küskün yazarlar üzerine bir kitap yazmak geçiyor içimden. O kadar çok örnek var ki... hem Türkiye den hem dünyadan...
22 Mart 2009