Edebiyat âleminde pek konuşulmayan tuhaf mı tuhaf bir durum var. Hani sanki hep geçiştiriverdiğimiz bir mesele bu.
Yok-muş gibi yaptıklarımızdan. Kendi kendimize kalınca bile sormayı sevmediğimiz bir soru söz konusu: "Acaba yazarlar ve şairler eserlerinden bir gelir edinmeyi önemser mi önemsemez mi?" Daha açık sormak gerekirse: "Bir edebiyatçı için yazdıklarından para kazanmak önemli midir?"
Gelin bu soruya yakından bakalım. Ve dürüstçe... Bu ülkede ne zaman bir müzisyen albüm çıkarsa, klip yapsa, konser verse ya da diyelim, bir yönetmen en son filmini yahut belgeselini tamamlasa, orta yerde hiç çekinmeden "bütçe" konuşulabilir. Edinilen kazanç dillendirilir. Keza, sanatçının eseriyle ilgili tanıtım yapması son derece normal karşılanır. Bir filmin, serginin, albümün reklamının yapılması olağan addedilir. Heykeltıraş heykellerinin, şarkıcı şarkılarının, ressam resimlerinin, yönetmen filmlerinin tanıtımı için uğraş verebilir. Ve tüm bunların karşılığında bir miktar kazanarak, kendi kendine yeterek, ayakları üzerinde durarak üretmeye devam etmesi gayet "anlaşılır" bir meseledir. Aslına bakarsanız, sanatın her dalında sanatçıların yaptığı işten para kazanmak istemesi doğal görülür. Bir tek alan hariç: Edebiyat!
Edebiyatta, ne hikmetse, kurallar değişiverir. Bambaşka beklentiler ve kriterler devreye girer. Sular tersten akmaya başlar. Bir yazarın ya da şairin kaleminden, emeğinden para kazanmak istemesi pek de hoş karşılanmaz. "Yakışıksız" bir konudur bu; kolay kolay konuşulmaz, hatta ayıplanır. Doğrusu, biz edebiyatçının yoksulunu severiz. Az biraz kenarda kalmışını. "Tutunamayan"ını. Öylesi makbuldür. İsteriz ki edebiyatçılar (ve bir de çevirmenler) materyalizmden, şu maddi dünyanın çarkından uzak kalsınlar.
Kalsınlar da peki nasıl yaşasınlar? Nasıl iki yakalarını bir araya getirsinler? Edebiyatçı dediğin ağaçta yetişmiyor ki. Gökten zembille inmiyor ki. Onun da kira derdi, geçim derdi, çocukların okul parası, sağlık sigortası, apartman aidatı gibi gayet "fani" ve "süfli" dertleri var. Ya ne yapsın? Nitekim Türk edebiyatına baktığımızda görürüz ki çoğu edebiyatçı hep ikinci bir iş yapmak durumunda kalmıştır. Kimi gitmiş memuriyet yapmış, kimi gazetecilik, kimi çevirmenlik, kimi öğretmenlik. Ek bir işten para kazanma ihtiyacı ise edebiyata ayrılan zamanın daralmasına yol açar. Nice yazar akşam işten döndükten sonra ancak yazıya vakit ayırabilmiştir. Halbuki şartları daha rahat olsaydı muhtemelen daha çok yazacak, daha çok eser bırakacaklardı geride. "Edebiyatçı işinden para kazanmasa da olur." demek, parayı ayıplamak, aslında ve özünde, "sadece zenginler roman yazsın" demekten farksızdır.
Edebiyatçıların para düşünmemesi gerektiği zannı pek dile getirilmeyen; ama aslında derine kök salmış bir yanılgıdır. Bu önyargı iki ayrı kanaldan beslenir. Birincisi, edebiyat âleminin dışından, yani yazarların ne koşullarda çalıştığını ve yazdığını aslında hiç bilmeyenlerden. İkincisi, ne ironiktir ki, bizzat edebiyatçıların kendilerinden. Evet, bazen edebiyatçılar da bu yanlış kanının yerleşmesine hizmet ederler. Nasıl mı? Edebiyatı diğer sanat dallarının dışında ve üstünde görüp, sırça bir köşke yerleştirerek. Sanki daha yüce, daha halis bir sanat bizimkisi de, diğerleri popüler kültüre "bulaşmış", sulandırılmış sanatlar.
Edebiyat sanat da müzik ya da sinema daha mı az sanat? Ya ne demeye bu kadar ayrıştırıyoruz edebiyatçıları diğer sanat dallarından? Kabul edelim, her yazar okunmak ister. "Aksini söyleyenleri alkışlayalım ama inanmayalım onlara" demişti Albert Camus. Ve her yazar ister ki kitapları daha fazla sayıda okura ulaşsın. Okunmak istemekte ayıp bir şey yok. "Popüler olan her şey kötüdür" diye basmakalıp bir formül yok. Gizli seçkincilik yapmanın, edebiyatı "ari sanat" kabul edip tepelere koymanın, sanatta ırkçı olmanın ise hiç anlamı yok.
Şöyle bir dürüstçe ve rahatça söyleyelim artık: Evet, edebiyatçılar da yaptıkları işten para kazanmak ister. Ve dilerim, bu memlekette kitap ve yayın dünyası o kadar zenginleşir, büyür ki, yıllar yıllar içinde çok daha fazla sayıda yazar, şair ve çevirmen emeklerinin karşılığını alabilirler. Sadece manevi olarak değil, maddi olarak da!
14 Nisan 2009