Roman sanatların en yalnızıdır. Romanların yazarları da okurları da en çok yalnızlıktan beslenir. Okur dediğin alır kitabı eline, kendi içine çekilir. Bir yolculuğa çıkar.
Sonsuz hayaller, hikâyeler peşinde yelken açarak boyut değiştirir. Öyle bir yolculuk ki insanı başka yüzyıllara, mekânlara götürür. İnsanlığı kucaklamayı ve birlemeyi gösterir; bir de kimseyi dışlamamayı. Ve okur o yolculuktan döndüğünde değişmiştir. Belki kimsenin anlayamadığı bir başka hâl gelmiştir üzerine. Roman okumak insanı değiştirir. Okudukça büyürüz. Okudukça yüreğimiz yumuşar, kişiliğimiz olgunlaşır. Okudukça güzelleşiriz!
Biz yazarlar tek başımıza aylar, mevsimler, seneler boyu bir odada yazıyor, yazıyoruz. Ama ruhumuzun ve yüreğimizin bir köşesinde hep okurlarımız oluyor. Onları merak ediyoruz. Ve sonra ortaya çıkan kitabı suya bırakıyoruz. Gitsin kendi yolunu bulsun, bahtı açık olsun, okurlarla tanışsın diye. Bilmiyoruz ki kelimelerimiz kimlere uzanıyor, nasıl insanlarla buluşuyor. Bilmiyoruz ki bir kitap daha kaç kitap doğuruyor!
İtiraf etmeliyim ki eskiden daha az önemserdim okurla buluşmaları. "Ben kitabımı yazıyorum ya. Bundan sonrası okur ile kitap arasındaki bağdır. Aslolan kitaptır. Yazarın görülmesi gerekmez." derdim. Halbuki zamanla iki şeyi açık seçik gördüm. Birincisi, okur sevdiği bir eserin yazarını bazen yakından görmek istiyor. Onunla sohbet etmek, fikirlerini paylaşmak istiyor. Bu sohbet okurlar için kıymetli. Ve ikincisi, okur-yazar buluşması esas yazarlar için bir pınar niteliğinde. O pınarla tazeleniyor, ilham buluyoruz. Türkiye nin her yerinden gelen insanla buluşuyoruz. Yazar, okurundan uzak kaldığı zaman, okuru dışladığı zaman sirkeleşiyor, katılaşıyor, kararıp kapanıyor. Bizler okurlarımızdan öğreniyoruz. Onlarla yapıyoruz bu yolculuğu.
Seneler geçtikçe daha çok kıymet verir oldum hem okurla hasbihallere, hem de sanatsal buluşmalar a. Sanatın farklı dallarından yaratıcı insanların bir araya gelerek ortak işler yapmaları, ortak düşler kurmaları ne güzel! Beraber düşünmeyi, birbirimizin aynasında kendimizi görmeyi öğreniyoruz. İşte böyle bir niyetle geçtiğimiz hafta sonu İstanbul Modern de Nil Karaibrahimgil ve ben sanatseverlerle buluştuk. Edebiyat okurları ve müzik dinleyicileri aynı salonda yan yana geldi. Her yaştan, her kesimden, her telden insan... O kadar çok soru soruldu ve sohbet öyle güzeldi ki zaman yetmedi. Organizasyonu yapan müze yetkilileri böyle bir kalabalığın görülmediğini söylediklerinde tek bir şey hissettim yüreğimde: Şükran!
Tıklım tıklımdı salon. Ayakta kalanlar, yerlere oturanlar, birbirini tanımadan sandalye paylaşanlar... İnsanı duygulandıran müthiş bir sevgiyle karşılandık. Öyle dinamik, sevecen, özenli ve çok sesli, çok renkli bir seyirci topluluğu vardı ki, orada olan bir yabancı gazeteci sonrasında şaşkınlığını gizleyemedi: "Türkiye de böyle bir kitap okuru ya da sanat alıcısı olduğunu bilmiyorduk."
Kadın olmaktan birey olmaya, yaratıcılığın nimetlerinden eziyetlerine birbirinden farklı konuda uzun uzun konuştuk. Bir dinleyici şuna yakın bir soru sordu: "İnsanlar sizleri tanımadan tanıdıklarını zannediyor. Basından ya da kulaktan dolma bilgilerle. Seven çok seviyor ve takdir ediyor ama uzaktan bakan kimilerinde önyargılar da oluyor. O zaman ne hissediyorsunuz?"
Son derece içten ve doğaldı Nil. "İstiyorum ki herkes beni sevsin" dedi. "Birisi beni sevmediğinde hemen gideyim ikna edeyim istiyorum." Başka türlü bir cevap verebilirdi. Halbuki o dürüstçe içinden geçeni söyledi. Haklı, her sanatçı sevilmek ister. Doğru anlaşılmak ister. Bir sözü azıcık bile çarpıtılsa acı duyar. Sanatçı eldivensiz dokunur hayata. Duygusaldır. Maskesizdir. Camdan bir kalptir taşıdığı. Kırılgan değil ama şeffaf.
Hafta sonu İstanbul Modern e gelen, ayakta kalmaya aldırmayan, tüm sohbeti tebessümle dinleyen ve sonra sabırla imza kuyruğunda bekleyen tüm sanat ve edebiyatseverlere yürekten teşekkür ediyorum. Sayenizde bir şeyi bir kez daha gördüm: Sezai Karakoç un vaktiyle dediği gibi edebiyatın üç sacayağı var. Bir ayağı eser (kitap), bir ayağı yazar, bir ayağı ise okur. Bu ayaklardan bir tanesi eksilmeyegörsün devriliverir. Duramaz ayakta. Okur yoksa yazar da yoktur!
21 Nisan 2009