. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Bir Hayaletten Dinlediklerim

 

Paris dönüşü havaalanında bir koltuğa oturuyorum. Uçağın kalkmasına daha çok var ve ben koşturmaktan yorgunum. Gözlerim kapanıveriyor bir ara. Uyku ile uyanıklık arasında bir eşikte duruyorum. Çok geçmeden, daha evvel hiç görmediğim yaşlı bir kadıncağız oturuyor yanıma. Üzerinde kül rengi döpiyes, ayaklarında hafif topuklu rugan ayakkabılar. Yüzü buruş buruş ama gene de hayli makyajlı. Sürdüğü parlak ruj dişlerinde pembe gölgeler bırakmış. Yazar olduğumu öğrenince merakla bakıyor bana. Ayrı bir insan türüymüşüm gibi dikkatle inceliyor beni. “Hikayelerini arayan yazarlardan mısınız yoksa bulanlardan mı?” diye soruyor. Afallıyorum. Beklemediğim bir soru bu. Cevabını bilmiyorum. Buğulu gözlerini kırpıştırıp gülüyor kadın. İkinci sorusu: “Evli misiniz peki?”

 

Başımı sallamamla kadının devam etmesi bir oluyor. “Evli kadınlar üçe ayrılır,” diyor. “Kocalarını oğulları gibi görenler, kocalarını babaları gibi görenler ve kocalarını sevgilileri gibi görenler.”

 

“Kocasını kocası gibi gören evli kadın yok mu yani?” diyorum.

 

“Varsa da ben görmedim,” diyor.

 

“Ya siz hangi tip kadınlardansınız?” diye soruyorum biraz da çekinerek.

 

“Birinci gruptakilerden tabi…” diyor durgun, dalgın bir tebessümle. “Kocasını oğul gibi görenlerden yani.” Başını çeviriyor usulca. Ve ben o zaman, ancak o zaman fark ediyorum kadının boynundaki morlukları. İrkiliyorum. Pembe-mor bir çember var boynunun etrafında. Bu izlerin nasıl olduğunu soruyorum. Ama o bana cevap vermek yerine kendini tanıtmayı tercih ediyor. “Ben Helene,” diyor. “Helene Althusser.”

 

Donakalıyorum. Helene Althusser 1980 senesinde öldü. Eceliyle ölmedi, öldürüldü. Hem de kocası tarafından! Anlıyorum ki karşımdaki kadın bir hayalet! Hem de konuşkan bir hayalet! Ve tüm konuşkan hayaletler gibi onun da anlatmak istediği yarım kalan bir hikayesi var. Bunun için sohbet ediyor benimle. Zira anlatacak hikayesi olan hayaletler yazarlarla konuşmayı sever. Tabii bir de yönetmenlerle. Olur da bir gün filmleri yapılır diye.

 

Hayalet kadın, bir zamanlar Fransa’daki en ünlü ve en karizmatik adamla evliydi. Öyle bir adam ki Avrupa’nın dört bir yanında hayranları vardı. Öyle bir adam ki dünya düşünce tarihinin hâlâ en çok sayılan isimlerinden biri. Adamın adı Louis Althusser. Fransız solunun en parlak simasıydı. Zehir gibi zekası, parmak ısırtan entelektüel birikimi ve az bulunur bir analiz etme yeteneği vardı. Gerçi hırçındı evinde ve özel çevresinde. Ama ne karısı ne de dostları bu yanını umursadı. Herkesin alttan aldığı bir adamdı o. Kaprislerine, nazlarına, taleplerine katlanılan büyük filozof! Peşpeşe yazdığı kitaplar ve makalelerle çığır açtı. Etrafı ağzından çıkacak iki çift cümleyi duyabilmek için can atanlarla doluydu. Bilhassa gençler. Ve bir de genç kızlar. Hiçbir zaman karısına sadık olmadı.

 

Louis Althusser, karısı Helene’i hem deli gibi sevdi hem de bir türlü sevemedi aslında. Ne vakit karısına olan aşkını dışa vursa, kimseyi takmadan hafifleyip rahatlasa, hemen ardından depresyona girdi. Ruh hali bitmez tükenmez yokuşlardan ibaretti. İne çıka yaşadılar bu evliliği. Belki de bu ünlü filozof bir kadını bu kadar sevdiği için kendini hiç affedemedi. O analiz etmeye alışkın bir adamdı. Sebep-sonuç ilişkileri kurmaya yatkın biri. Halbuki aşkta her şey birbirine karışıyor, o çok sevdiği teoriler, analizler havada kalıyordu.

 

En çok ellerini sevdi karısının. Çalışmaya, didinmeye alışkın birinin elleriydi bunlar. Manikürden yeni çıkmış, ojeli, bakımlı mükemmel eller değil, sahici bir kadının sahici elleriydi. “Kimbilir kaç kez ağladım karımın ellerine bakarak, ellerini tutarak. Hiçbir zaman beni üzen şeyin ne olduğunu tam olarak anlayamadı. İçimdeki acıyı bilmesini istemedim. Onu korkutmaktan korktum. Helene… benim Helene’m…”

 

1980 senesi bir Pazar sabahı, Louis ve Helene Althusser evlerinde yalnızlar. Sakin bir gün olacağa benzer. Dışarıdan araba sesleri, kuş cıvıltıları. Adam karısına masaj yapıyor. Daha önce defalarca yaptığı gibi. Parmakları kadının boynunda bir çember halinde kapanmış. Zihni ise çok uzaklarda. Çocukluğunu düşünüyor. Ne zaman çocukluğunu düşünse bir yeri acıyor. Ne kadar zaman geçiyor o vaziyette? Belki üç, belki on dakika. Adam düşüncelerinden sıyrılıp gözlerini açtığında karısının boynu kırık bir kuş kanadı gibi cansız duruyor parmaklarının arasında. Korkuyla geri çekiliyor. Bir çığlık yükseliyor dudaklarından. “Boğdum… karımı boğdum…”

 

Koşarak apartmanın merdivenlerini inmeye başlıyor. Bütün komşular dışarı dökülüyor. Fransa’nın en saygıdeğer filozofu çıldırmış gibi sağa sola bağırıyor. Kimsenin inanası yok duyduklarına. Komşular hızla üst kata koşuyor. Koltukta Helene’in cansız bedeniyle karşılaşıyorlar. Ertesi gün tüm gazetelerde manşet bu. Herkes hikayeyi bir yerinden şişirerek yazıyor. Louis Althusser tutuklanmış. Ama hapishaneye değil, akıl hastanesine götürülecek. Sonra çıkacak. Otobiyografisini yazacak. Şöhreti hiç azalmayacak. İnsanlar onu hiçbir zaman katil olarak görmeyecekler. Akıllarda hep “dahi filozof” olarak kalacak.

 

Ve Helene… hikayesi hâlâ bilinmeyen, hayatı boyunca kocasının gölgesinde kalan konuşkan hayalet Helene, Paris havaalanında dolaşarak, onun nasıl bir insan olduğunu merak edecek yazarları, yönetmenleri, okurları beklemeye devam edecek.

 

 

10.05.2009

 

İzlenme : 4952
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us