Yaklaşık yirmi üç-yirmi dört yaşındalar. Amerikalı, genç iki kadın. Hayatlarında hiçbir Ortadoğu ülkesine gitmemişler ama haritadaki yerlerini, şükür biliyorlar.
Dersimde izin isteyip, bana ve arkadaşlarına bir anılarını aktarıyorlar. Ne vakit başörtülü bir genç kız ya da kadın görseler ya babası ya ağabeyi ya da kocası tarafından zulme uğramış bir birey gördüklerini düşündüklerini söylüyorlar seneler boyunca. Ne vakit "türban" görseler otomatik olarak "baskı"yı, "kadınların ezilmişliği"ni çağrıştırdığını ekliyorlar. Ta ki bundan iki sene evvel Michigan Üniversitesi nde Müslüman kız öğrenci kollarından birinin başlattığı bir kampanyaya merak edip katılana kadar. Kampanyanın sloganı "kendini benim yerime koy, hiç olmazsa üç gün için!" Amaç öncelikle, hayatında türbanlı bir kadınla iki çift laf dahi etmemiş beyaz/Hıristiyan kızları türbanlı kızlarla bir araya getirmek, birbirlerinin hikayelerini kendi ağızlarından dinlemelerini sağlamak. Tek tek yaşam öyküleriyle tanışınca kafalardaki genellemeler birer birer çatırdıyor. Ama önemli bir aşaması daha var kampanyanın, katılan Amerikalı kızlardan üç gün boyunca tesettürlü dolaşmalarını istiyor türbanlı öğrenciler. "Öteki"ler kabul ediyor. Ve bu iki Amerikalı kız, -birinin babası papaz, öteki güneyde bir çiftlikte büyümüş- üç gün boyunca tesettürlü dolaşıyorlar Michigan da. Önce bir eğlence gibi başlıyor, bir oyun, bir merak. Sonra işin rengi değişiyor; çünkü gittikleri yerlerde tuhaf ve ters davranıyor onlara insanlar, bu oyundan bihaber olanlar.. büyük alışveriş merkezinde suratlarına kapıyı çarpıyor önden yürüyen orta yaşlı adam. "Burası benim alanım sen ne arıyorsun?" Herkesin birbirine kapıyı tuttuğu bir yerde türbanlı tesettürlü olunca kapılar çarpılıyor yüzünüze. Ve bu iki Amerikalı kız en çok "bakışlardan" rahatsız olduklarını söylüyorlar o üç uzun gün boyunca. Bakışlarla dışlanıyor insanlar modern toplumda.
İki Amerikalı öğrencimin bana anlattığı tecrübeyi biliyorum. Biliyorum ben bu hikayeyi. Nereden mi? Kendi ülkemden.
Yer Ankara. Hacı Bayram. Genç bir kadın dua etmek niyetiyle içeri girmek üzere. İçeriden iki adam çıkıyor o esnada. Aşağıyı yukarı aynı yaşlardalar. Ve saygısızca, kabaca önünde dikiliyorlar kadının, başörtüsüz kadının. Geçmesini engellemek istercesine. Çünkü bu alan, bu saha, kazanılmış toprak. "Onlar"a ait. "Camiler, dinî mekanlar, türbeler bizim, senin değil" dercesine. "Burası benim alanım, sen ne arıyorsun burada?" Başörtüsüz kadın gördüğü tavırdan incinmiş, tedirgin gene de giriyor Hacı Bayram a, etrafını çevreleyen düşmanca bakışlara aldırmadan duasını ediyor. Çıkıyor sessizce. Dönüşte otobüste sarkıntılığa uğruyor, başka kadınlar da var otobüste; ama onlara böyle davranılmıyor, bir tek o tacize uğrayan, başını örtmediğine göre ahlakı da şaibeli olmalı, mütecavizin gözünde. Kendine kulp arayan mütecaviz, iktidarın söylemleriyle nasıl da buluşuyor, nasıl da uyum halinde. Kadın sıkışıyor otobüsün arkasına, kendisine ayrılan topluiğne başı kadar, bit kadar boğucu yaşam alanına.
Resimleri yan yana düşünmek lazım. Amerika da başörtüsü takan bir kadının alışveriş merkezinde düşmanca bakışlara hedef olması ile Türkiye de ibadet yerlerinde başörtüsüz bir kadının maruz kaldığı düşmanca bakışları yan yana düşünebilmeli. Yoksa resim hep eksik, yoksa herkes sadece ve sadece kendi işine gelen kareyi alıyor büyüteç altına. Kadınların bedenleri ve giysileri üzerinden çarpışıyor ideolojiler, söylemler ve siyasetler. "Kendini benim yerime koy"manın yolu ötekinin kıyafetlerine bürünmekten değil, ötekinin "saha"sına adım atabilmekten geçiyor. Gündelik yaşamın ayrıntılarında düğümleniyor iktidar, oralarda kapanıyor hegemonyanın tahakkümperver kıskacı. Gündelik yaşamın ayrıntılarının iktidara nasıl da gebe olduğunu kadınlar kadar, yani hem başörtülü hem başörtüsüz kadınlar kadar iyi kim bilebilir, kim tecrübe edebilir ki her dakika anbean.
05.09.2004