Bu yazıyı okuduktan sonra kapayın gözlerinizi. Birkaç saniyeliğine de olsa gözkapaklarınızın düşmesine izin verin. Dış dünyayı kilitleyin. Sesleri dinleyin. Etrafınızdaki gürültü patırtıyı değil, içinizdeki sesin kaynağını işitin. Yüreğinizde tıp tıp atan tempoya kulak verin. Ve sonra oradan hareketle dinlemeye çalışın kâinattaki tüm sesleri. Bir böceğin telaşlı koşuşturması, kelebek kanatlarının hışırtısı, rüzgârda uçuşan bir yaprağın fısıltısı.... Her şey ve herkes aynı anda konuşmakta. Ama kendi dilinde, kendi üslubuyla.
Sabahın bir saati internete bir haber düştü: David Carradine ölmüş. Yetmiş iki yaşında, Tayland´da vefat etmiş. Haberin yanında bir resim. Yaşlı, yorgun bir yüz. Bir o kadar tanıdık. Sessizce bakıyorum ekrana. Harfleri bir yap-boz gibi yerinden çıkarıp, yeniden takıyorum. Ve işte o zaman ta çocukluğuma gidiyor zihnim. Kayıyorum zamanın içinde. Sahi David Carradine´ı hatırlar mısınız?
1970´li yıllar. Çocukluğumun Ankara´sı. Orta halli mahalleler, bahçeli evler, yoğurt kaplarında yetiştirilen soya filizleri. Anneanneler, teyzeler, yengeler... Kadınların toplum içinde fazla konuşmadıkları ama kendi evlerinin mahremiyetinde hep son sözü söyledikleri günler. Ataerkil toplumda anaerkil düzenler. İşte o dönemlerde televizyon ekranlarından hayatımıza sızan bir fenomen vardı. İsmi: Kung-Fu!
Hiç bilmediğimiz bir dünyanın kapılarını aralıyordu Kung-Fu. Dizi başladığında sokaklarda kimse kalmıyordu. David Carradine dizide Amerikalı bir baba ile Çinli bir annenin çocuğu olan Kwai Chang Caine isminde bir adamı canlandırıyordu. Yetimdi. Kimi kimsesi yoktu. Çinli rahipler tarafından yetiştirilmişti. Batıda yaşıyordu ama Doğuluydu. Şaolin tapmağında büyümüştü! "Şaolin tapmağı da ne ola?" diye soruyorduk birbirimize. Cevabı bilmesek de kulağa gizemli geliyordu.
Çekik gözlü genç Caine her dizide maceradan maceraya yürüyor (koşmuyor, yürüyordu; ağır adamdı çünkü), efendisine zarar veren kötü adamları haklıyor, nice badireler atlatıyor, bir günü bir gününe benzemez bir hayat yaşıyor ve tüm bunları parmak ısırtacak bir sükunet ve bilgelikle yapıyordu. Ağzını ne zaman açsa derin bir laf ediyordu muhakkak. Boşa konuşmuyordu. Havadan sudan bahsetmiyordu. Her kelimesinde çözülmesi gereken bir incelik vardı. "Ağır ağbi"ydi. Diziyi seyreden Ankaralı delikanlılar sokağa çıktıklarında birbirlerine "vay çekirge n´aber?" diye hitap ediyor; anneler şımaran çocuklarına Kung-Fu gibi sakin olmalarını tembihliyordu. Elin Amerikasında, hem de 19. yüzyıl gibi uzak bir zaman diliminde yaşayan uzun boylu, çekik gözlü bir adam mahallemizin parçası oluvermişti. Bizden biriydi. Ramazanda orucumuzu açtıktan sonra Kung-Fu´yu konuşuyor, sabahları simitlerimizi kemirirken Kung-Fu´yu düşünüyorduk. Olaylı, çalkantılı senelerdi 1970´ler. Her gün bir hadise yaşanıyordu memlekette. Ve bunca kaosun ortasında Uzak Doğu Felsefesini saça saça dolaşıyordu Kung-Fu aramızda. "Öfkeni yenmeyi öğrenmelisin çekirge, öfkesini yenemeyen adam kazansa bile kaybetmeye mahkumdur!"
Dizinin bir bölümünde geçen ve hayal meyal hatırladığım bir konuşmayı internetten bulduğumda çocuk gibi sevindim. İşte Kung-Fu´yu özetleyen bir diyalog:
Efendi Po: Kapa gözlerini genç adam. Ne duyuyorsun?
Öğrenci Caine: Kuşları duyuyorum efendim, bir de derenin sesini.
Efendi Po: Kendi yüreğinin atışını duymuyor musun?
Öğrenci Caine: Hayır.
Efendi Po: Ayaklarının dibindeki çekirgeyi duymuyor musun?
Öğrenci Caine: Yaşlı adam, nasıl oluyor da tüm bunları duyabiliyorsun?
Efendi Po: Genç adam, nasıl oluyor da tüm bunları duyamıyorsun?
Kung-Fu dizisi bütün dünyada bilgelik ve sükûnet rüzgarları estirirken acaba onu canlandıran insana ne getirdi? David Carradine bir yanıyla oynadığı rolden hayli etkilenmişti. Hayatı boyunca Uzak Doğu felsefesi ve dövüş sanatlarıyla yakından ilgilendi. Ama bir tarafı Hollywood insanı olarak kaldı. Uyuşturucuya, alkole, tüketim çılgınlığına ve bir sürü yanlışlığa saplandı. Çelişkilerini adım adım kendisiyle beraber taşıdı. Kung-Fu rolünde o kadar başarılı ve ünlü olmuştu ki, bundan sonra oynadığı her rol ona dar geldi. Başarısı kendisine gölge oldu, ayağına çelme.
David Carradine, nam-ı diğer Çekirge, bu hafta Tayland´da bir otel odasında kıyafet dolabında, gömlekler ceketler arasında kendisi asmış halde bulundu. Ailesi ve yakın dostları bu sona inanmadıklarını, onun kendisini öldürecek biri olmadığını söylüyorlar. Belki doğru; belki de onlar bile doğruyu bilmiyorlar. Benimse bildiğim bir şey var: Çocukluğumun "bilgelik timsali" vefat etti. Ama biz onu hep o "ağır ağbi" haliyle hatırlayacağız. "Esas körlük baktığının kıymetini görememektir çekirge-Unutma..."
07.06.2009