Elimde kova yavrusu büyüklüğünde bir karton bardak dolusu koyu kahve ama koşturmuyorum bu sabah. İçimden gelmiyor. Zaman tutkal kıvamında, dök dök akmıyor. En iyisi çıkmayayım bu Starbucks tan, kırk bin çeşit kahve seçeneği arasında, sırf seçebiliyor olmanın uyuşturucu rahatlığıyla kalakalayım.
İçerdeki tek gazete The New York Times. Amerikan basını yeterince yer ayırmıyor Rusya dan gelen haberlere. "Yeterince" ne demek, ne kadar yer ayırsalar kafi gelir, ahret suallerine cevap yetiştiremiyorum. Tek bildigim, yeterli değil işte. Daha çok görmek, daha çok okumak, aslında daha çok bakmak istiyorum. Zaten gördüğüm fotoğrafları, zaten okuduğum haberleri tekrar tekrar gözden geçiriyorum. "Günaydııın!" diye bir ses bölüyor dalgınlığımı. Olamaz! Olmasın! Tanıdık görmekten köşe bucak kaçtığım, hele hele iyi kalpli insanlarla konuşmak zorunda kalmak istemediğim anlardan birindeyim oysa. Başımı kaldırıyorum, felaket, hem tanıdık hem de som iyi bir insan karşımdaki. Konuşmadan edemeyeceğin, asla kırmak istemeyeceğin insanlardan. Antropolog. Ne tebessüm etmek istiyorum, ne hal hatır sormak. Mümkünse görünmez, ulaşılmaz konuşulmaz olmak. Şakıyor karşımdaki. Cevaben ağzımdan ne "günaydın" ne "merhaba" çıkıyor. Sadece tek kelime: "Rusya".
Antropolog kavrıyor durumu. "Ya diyor, hatırlatma. Ne vakit Rusya deseler kanalı değiştiriyorum anında. Bakamıyorum haberlere. Bakamıyorum resimlerine."
Bakamamak nasıl bir şey bilmiyorum. Acıya bakamamak, yaraya bakamamak, eziyete bakamamak, hakikate bakamamak... Anlamış gibi aklımdan geçenleri, "çaresizsen çaresizliğini kabul edip bir hadise karşısında, aklını ruhunu korumak için kapatacaksın panjurları, yoksa kahırdan nefes bile alınmaz bu dünyada" diyor hiç görmediğim bir yılgınlıkla.
Kaldırımda, farklı farklı yönlere koşturan insanlar arasından kampüsün yolunu tutuyorum. Çoğunluğu ya akademisyen ya öğrenci. Siyahlar, Asyalılar, Latin Amerikalılar, göçmenler, göçemeyenler, azınlıklar hep beraber akıyoruz kaldırımda. Sabah oldu, yapacak işler uzunca bir liste. Hiçbirine elimi sürmüyorum. İnternete girip tek kelime yazıyorum: "Rusya". Sonra bakıyorum. Sadece bakıyorum bir saat, iki saat, kaç saat.
Öğlene doğru hatırı sayılır bir karşılaştırmalı edebiyatçı, aynı zamanda da bu Amerikan kampüsündeki sayılı Ruslardan biri olan bir öğretim üyesinin koluna yapışıyorum: "Rusya". Kafasını sallıyor, "bakmıyorum ki" diyor sert bir çehreyle. "Bakmıyorum haberlere. Kapattım televizyonu, ne duymak ne bilmek istiyorum." Bilinçli, kararlı, keskin bir tavır bu.
Bakmamak nasıl bir şey bilmiyorum. Acıya bakmamak, yaraya bakmamak, eziyete bakmamak, hakikate bakmamak... Anlamış gibi aklımdan geçenleri, "hayatta kaldığın için şanslı olduğunu bilip yürüyüp gideceksin yoluna, bu kadar net, yoksa nefes bile alınmaz bu dünyada" diyor hiç görmediğim bir katılıkla.
Katılık, yılgınlık... kelimelerden uçurtma kuyruğu yapıp tekrar dönüyorum internete. Türk gazeteleri daha çok yer ayırmış Beslan da yaşananlara, tek tek okuyorum zaten okuduğum haberlere, yorumlara, resimlere bakıyorum, resimlere bakıyorum, resimlere bakıyorum. Yanan çocuklara, yaralanan çocuklara, ölen çocuklara bakıyorum. Ne yaptığımı düşündüğüm yok ki niye yaptığımı sorgulamaya fırsat bulayım. Tek tek, sayfa sayfa, resim resim bakıyorum Rusya ya. Madem bir şey yapamıyorum, bakıyorum ben de, bakmayanların bakamayanların açığını kapatmak istercesine hoyrat, manasız bir azimle. Ne ba-ka-ma-ma-yı ne de bak-ma-ma-yı başarabiliyorum.
Guy Debord/Gösteri toplumu, Susan Sontag/ Başkalarının Acılarına Seyirci Olmak, Medya Teorileri, Post-kolonyal etütler, Edward Said, Chomsky,... hiç kimse umrumda değil şu an, ben sadece bakmak bakmak bakmak istiyorum "sadece bakma"nın tehlikelerine hakkıyla dikkat çeken kallavi bir literatürü tamamen hiçe sayarak. "Okudun da ne oldu, neyine yaradı, hangi yarana merhem oldu hayatta?" diye mızmızlanıyor içimden bir ses. Yaşlı bir ses.
Uzaktan antropolog ile karşılaştırmalı edebiyatçı geçiyorlar. Yarın konuşurum onlarla; hem selam verir hal hatır sorar, hem ikramlarını kabul ederim, herhalde. Yaparım herhalde. Yarın olsun hele bir, normalleşirim, sosyalleşirim, mütebessimleşirim, herhalde, ama bugün durmak, sadece durmak ve bakmak istiyorum bakılmaz bakılamaz olan acıya.
12.09.2004