Kalabalık bir arkadaş meclisi düşünün. Kadınlı erkekli, genellikle çiftler halinde oturuyor herkes. Tamamen gençlerden oluşan bir masa da olabilir bu, orta ya da ileri yaşlılardan da. Hayal etmesi size kalmış. Ben sadece ipuçları vereceğim. Diyelim ki hafiften duman altı ortalık, küllükler dolup boşalıyor. Yemek masasında kalan mezeler, yiyecekler soğumuş, kahve faslına geçilmiş. Çoktan bitmiş aslında yemek. Şimdi uzayan sohbetin tadı var herkesin damağında. Şekerli, köpüklü, yoğun bir tat. Sohbete damgasını vuran belirgin bir özellik var: Mizah! Kesif, keskin, zeki, gürültülü ve yer yer argoya kayabilen, düzeyi kâh düşen kâh yükselen ama hiç azalmayan bir mizah.
Matrak bir arkadaş meclisi düşünün. Öyle canlı ve candan bir sohbet var ki birinin lafını bir başkası tamamlıyor. Dinleyenler kahkahalarla gülüyor. En çok konuşan ve en çok espri yapan birkaç kişi, birbirlerine pas veren futbolcular gibi kelimeleri yuvarlaya yuvarlaya döndürüyorlar top sahada. Herkes keyifle dinliyor ve izliyor.
Resmi zihninizde canlandırabildinizse küçük bir soru sormak isterim. Ama pat diye, düşünmeden yanıtlamanız gereken: "Böyle kalabalık bir ortamda arka arkaya esprileri patlatan insanları düşündüğünüzde aklınıza kadınlar mı geliyor yoksa erkekler mi?"
Cevap muhtemelen "erkekler".
Zihninizdeki resimde, grup içinde en çok konuşan, sesi en çok duyulan ve en çok komiklik yapanlar erkekler olmalı. Aralarında kadın var mı peki? Pek yok. Kadınlar daha ziyade kenarda, dinleyiciler arasında. Dikkatle dinleyip sık sık kafa sallıyor; mimiklerini bol bol kullanıp ara sıra lafa karışıyorlar. Kendi aralarında konuşup söylenenler hakkında yorum yapıyorlar. Pasif değil kadınlar. Ama konuşmanın başını çekmiyorlar.
Kalabalık bir arkadaş meclisinde sohbetin kıvamını ve akışını kadınların belirlediği nadir görülür. Hele hele kadınların arka arkaya espriler patlatıp dinleyenleri gülmekten kırıp geçirmesi daha da az rastlanır bir hadisedir. Kadın misafirlerin erkek misafirlerden daha çok konuşması ancak belli mevzularda olur. Bir tek bu temalarda aniden açılır masadaki kadınlar. Daha cesur, daha iddialı, daha atılgan olurlar. Tutkuyla bağlandıkları hususlarda dilleri çözülüverir - aşk gibi, çocuk gibi, aile ya da sadakat gibi konularda. Ama tüm bunlar zaten "ciddi" mevzulardır. Dalgası geçilse bile özü ciddidir. Uzun lafın kısası, kadınlar kalabalık ortamlarda kolay kolay "hafif" konulardan konuşamaz, mizah yapamazlar.
"Kadın ve komedi" hemen yan yana gelebilen bir ikili değil. Aralarında doku uyuşmazlığı var. Diyeceksiniz ki "Tanınmış kadın komedyenlerimiz yok mu?" Var elbette. Keza komedi dizilerinde oynayan, senelerdir tiyatro oyunlarında rol alan veya mizah yüklü hikâyelerinin kaleme alınmasında en az erkekler kadar faal olan kadınlar var. Gayet de başarılılar. Ama bu tür kadınların sayısına baktığımızda garip bir orantısızlık dikkat çekiyor. Mizah büyük oranda erkeklerin alanı. Espri patlatmak, fıkra anlatmak, argo kullanmak, dalga geçmek, tiye almak... erkeklerin tekelinde. Gerek kendi kişisel dünyamızda, gerekse daha toplumsal ölçekte, erkek "güldüren", kadın ise "gülen" rolünde. Ve bu rol dağılımı kolay sarsılmıyor. Sadece Türkiye´de değil, tüm dünyada komedi sözkonusu olduğunda erkekler hem nicelik hem nitelik bakımından önde.
Peki kadınların zeka, tespit ve gözlemde erkeklerden aşağı kalmadıklarını hatırlarsak, hatta gerek dil oyunlarında, kelimeleri kullanma yetisinde, gerekse soyutlama açısından erkeklerden daha iyi olduklarının altını çizersek, nasıl açıklayacağız bu temel farklılığı?
1. Kadınlar kamusal alanda mizah yapamazlar çünkü kendilerine gülünmesinden hoşlanmıyorlar. Hafife alınmaktan ürküyorlar.
2. Kadınların, erkeklerden farklı olarak, kalabalık ortamlarda kendilerini ispatlamaya ihtiyacı yok. Komedi biraz da kendini gösterme ve rekabet işi.
3. Kadınlar özel alanda geveze ve açık, kamusal alanda suskun ve kapalılar.
Bu üç açıklamadan bana en yakın gelen üçüncüsü. Kadınların hayatında derin bir bölünme var. Evimizde başka, dışarıda başkayız. Kamusal alana çıkar çıkmaz savunma mekanizmalarımızı donanıyoruz. Çocukluğumuzdan beri bize öğretilen klişeler devreye giriyor. "İyi kadın", "namuslu kadın", "uslu-cici kız" oluveriyoruz. Bedenimizi taşımıyor, habire kaçırıyoruz. Bir yerden bir yere. Evet, erkekler kadınlardan daha "komik". Çünkü komik olmayı göze alabiliyorlar.
Bakmayın böyle "teorik" yazdığıma. Meselenin bir ucu fena halde bana da dokunuyor. Şimdiye değin gerek çeşitli roman okurlarından, gerek edebiyat eleştirmenlerinden defalarca aynı şeyi duydum:
"Kitaplarınızda ne kadar güçlü bir mizah duygusu var!" Ama gündelik hayatta beni tanıyanlar zannetmem ki hakkımda benzer bir tespitte bulunsunlar. "Ne kadar komik yazıyorsunuz" diyebilirler. Bu beni mutlu eder. Ama "Ne kadar komiksiniz" demelerini ister miyim acaba? İşte orada edebiyatın katı kuralları devreye girer. Yazarken mürekkep yerine mizah kullanabilsem de konuşurken değişiyor, "ciddi"leşiyorum. Kamusal alanda değil espriler patlatmak, mümkün mertebe dinlemeyi tercih ediyorum. Sakin, sessiz bir gözlemci olarak kalmak istiyorum.
Bir tek yazı dünyamın mahremiyetine çekildiğim zaman içimde bir yerde saklı bir kapı açılır. Gündelik hayatta hiç açılmayan bir kapı. Ve kapının ardından çıkan enerji çılgın, asi, taşkın, ironik ve "komik" bir enerjidir. Her şeyin içindeki mizahı görür. En çok da hüznün içindeki mizahı. Peki madem kalemimde mizah bu kadar belirgin, gündelik hayatta neden öyle değilim? Ya da madem gündelik hayatta daha "durgun" biriyim, yazı yazmaya başlar başlamaz hissettiğim bu taşkınlık, bu kıvılcım, bu komiklik nereden geliyor? Bölünmüşlüğümün kadın olmakla ilgisi var mı? Bence evet.
Zira biz kadınlar kamusal alana çıkar çıkmaz değişiyoruz. Değişmekle kalmıyor, içimizdeki mizah denizini kurutuyoruz. Ama bilerek ama bilmeyerek.
21.06.2009