Hadi Evliya Çelebi yi anladık. Dili sürçtü, "şefaat ya resulallah" diyeceğine "seyahat ya resulallah" deyiverdi, vurdu kendini yollara. Bana ne oluyor peki? Ne demeye elimde tekerlekli bavullar, kabaran uluslararası telefon faturaları, kitaplarım orda burda dağılmış, küçük taşınabilir nesnelere büyük anlamlar biçmeyi öğrenmiş, dostlarım dört kıtada, kütüphanemi bile bir arada tutmayı beceremeden bir mekandan bir başkasına taşıyorum kalıbımı, hem de çocukluğumdan beri.
Kisisel lügatımda "gurbet", "hasret", "sıla", "yol",... altı çizili kelimeler, fosforlu kalemlerle. Bunca göçebelik tasarladığım bir şey değil. Zaten göçebelik tasarlanabilen bir şey değil. Ya içindesiniz, sürekli bir oluş halinde, yani bir türlü o-la-ma-yış halinde, ya da içinde değilsiniz, durmuşsunuz, demir atmış bir yerlere, bir kimliğe, bulmuşsunuz yerinizi, olmuşsunuz konmuşsunuz yerleşmişsiniz demek, ne güzel. İnsanlar ikiye mi ayrılıyor ne? Bir tarafta yapı-ustaları. Güzergâhlarından sapmadan geleceklerine adım adım varanlar. Babil Kulesi inşaatçılarının kuşak kuşak torunları. Kat kat, kademe kademe, üst üste kurarak yükseltenler ömürlerinin yapısını. Yapı ustaları planlama uzmanıdır, o planlara her zaman uyamasalar bile. Onlardan iyi yonetici olur: memleket yöneticileri, banka yöneticiliri, ev yöneticileri... hiçbir şey yönetemezlerse karılarını, kocalarını, o da olmadı çocuklarını, bakkalı, kasabı, mahalleyi, apartmanı yönetirler. Yönetmek ve yön vermek doğalarında var. İlla ki bir haritaları olacak ellerinde, haritaları ıslanırsa olmadık bir tufanda, dağılırlar. Daha lise ikiden karar vermişlerdir ne olacaklarına, üniversite birde kesinkes çizmişlerdir yollarını; yalpalamaz saçmalamaz, sapmazlar, akar gider ömürleri, önceden çizilen seyrüsefer uyarınca.
Öte tarafta da yapı-bozucuları. Güzergâhlarını silip silip baştan çizenler; geçmiş-şimdi-gelecek sıralaması şaşmış, pusulası bozuk, zamansal çizgiyi hepten şaşırmış, ayaklı kaos halinde dolaşanlar. Bir yere yerleşebilme özürlüler. Duramamaktan değil durmaktan korkanlar. Klonlanamadan aynı anda birden fazla mekânda yaşayabileceklerini zannedenler. Her zaman kolay kolay itiraf edemesek de bunu kendi kendimize, hep öteleri düşleyen, öte yer ararken en yakınlarındakileri mutsuz eden bizler... ben... Göçebe ömrümün yeni durağı uyarınca Arizona-New York-İstanbul arası mekik dokumaya başlamışken dert oldu gene içime "daimi seyahat" teması.
"Kalküta hakkında bir film izledim geçenlerde. Çok enteresandı. Ödevimi Kalküta üzerine yapabilir miyim?" diye soruyor bir öğrencim derste, yüzünde tebessüm takdir beklercesine.
Dersimiz "Ortadoğu da Kadın ve Edebiyat". "Kalküta Ortadoğu da mı?" diye soruyorum alabildiğine sakin.
Kaşlarını kaldırıp burnunu kırıştırarak bakıyor bana. "Hayır, değil!" demekten ziyade "hadi ya, değil mi?" bakışı bu.
Ertesi ders elimde kırk tane harita, dağıtıyorum birer birer. Öncelikle haritayı inceliyoruz uzun uzun. Bakalım dünya nasıl bir yer. Bakalım şu Ortadoğu nerde?
"Hey, bu ülkelerin çoğu Teksas tan daha küçük" diye serçe parmağıyla kağıt üzerinde ölçüm yapıyor bir başka öğrenci.
Öğrencilerimin çoğu tatil amaçlı dahi olsa başka bir ülkeye adımını atmamış; kendi yuvalarından kendi sularından çıkmamış, okulu bitirir bitirmez ne olacaklarını biliyorlar, şimdiden işleri, eşleri, aşları, düşleri hazır. Bazen gıpta ediyorum sonsuz yerleşikliklerine. Sevgili yapı-ustaları.
19.09.2004