BU hafta, pek çoklarının "kasvetli sonbahar çocuğu" sandığı ama aslında bir "güneşli yaz çocuğu" olan Ernest Hemingway´in yaş günüydü. Dünyaca ünlü sıradışı yazar temmuzda doğdu, gene temmuzda öldü. Ama bu aralar hayatının ayrıntılarıyla değil, sarsıcı intiharıyla değil, ölümünden sonra kitaplarının başına gelenlerle gündemde. Zira vârisleri kendi aralarında fena halde çatışmaktalar.
Bir işadamının vârisleri, onun fabrikaları ya da malları için kapışır. Bir emlak zengininin vârisleri, merhumun arsası veya evleri için birbirine girebilir. Peki ya bir yazarın vârisleri ne yapar? Onlar da bazen kelimeler için kapışırlar. Kiminin çıkardığı bölümleri, kimi akrabalar geri koymak ister. Vârislerin ellerinde yazarın kitapları değişim üstüne değişim geçirir. Yeni baskılar eskileri tutmaz bazen. Araya editörler, yayıncılar, eleştirmenler girer. Okurlar da tartışmaya dahil olur. Ve tüm bu kelime savaşları yaşanırken yazarın kemikleri çürümeye, namı ise yürümeye devam eder.
***
Yeni basılan Ernest Hemingway kitaplarından bazı kısımlar çıkartıldı. Aile üyeleri hangi bölümlerin, hangi kelimelerin yeni baskılara konacağı konusunda mahkemelik durumda. Mesela "A Moveable Feast" kitabının yeni kopyası, eskisinden farklı. Zira bu kitabın editörlüğünü Hemingway´in torunu yaptı. Ve kitapta kendi anneannesi (Hemingway´in ikinci eşi olan kadın) hakkında yapılan yorumları beğenmediği ve bunların kitabın aslında olmadığına inandığı için bu kısımları çıkardı, sansürledi. Bunu yapan torun bu haliyle kitabın şimdi daha doğru olduğunu, zaten dedesinin anneannesi hakkında o olumsuz bölümleri yayınlamayı asla düşünmediğini söylüyor.
İddiasına göre Hemingway´in dördüncü eşi olan kadın, bu kitabı yazarın ölümünden sonra bölük pörçük notlarından derledi. O esnada yazarın eski eşine dair olumsuz notlarını da metne ekledi ve öyle yayına verdi. Böylece iki ayrı eşten olan çocuklar ve iki farklı yayınevi, Hemingway kitaplarının nasıl basılması gerektiği konusunda ciddi bir fikir ayrılığı içindeler. Yazarın kendisi hayatta olsa ne derdi kimse bilemiyor. Kimbilir belki de bu tuhaf kavgaya hiç karışmaz, sessizce ve muzipçe izlerdi bir köşeden.
Düşünün, hayatınızı yazıya adıyorsunuz. Yazıya ve aşka. Zeki, yaratıcı, dik kafalı, maceracı, çalışkan, gözlemci, dirençli, biraz da hırçın bir tabiatınız var. Kadınları seviyor ama onlara tahammül edemiyorsunuz. Sık sık âşık oluyor, aşksız ve sevgisiz yaşamıyor, yalnız kalmaya dayanamıyor, buna rağmen habire sevgililerinizi terk ediyorsunuz. Sevdiklerinizi hem çok mutlu hem kahrediyorsunuz. Acıtmakta da, aşkta da, kavuşmakta da, ayrılıkta da biriciksiniz.
Zaman zaman herkesten ve her şeyden kaçmak istiyor; yok olmak, toz olmak, hiç olmak istiyor; toplumdan bunaldıkça yazıya sığınıyorsunuz. Kelimeler en değerli varlığınız. Harfler inci topları gibi ışıldıyor parmaklarınızın arasında. Harflere mücevher muamelesi yapıyorsunuz. Sevdiğiniz kadınlar sizden elmas, yakut, pırlanta beklerken, siz onlara harflerden yüzükler, kolyeler, bilezikler takıyorsunuz. Dili "kullanmıyor", adeta dille dans ediyorsunuz. Her bir kelime için ayrı ayrı uğraşıyor, yazmayı delice seviyorsunuz.
Ve siz bu dünyadan çekip gittikten sonra kelimelerinize akrabalarınız tarafından el konuluyor. Hiç görmediğiniz torunlarınızın torunları, kitaplarınız hakkında söz sahibi oluyor. Vârisleriniz gruplara ayrılıp, veryansın tartışıyorlar. Kitaplarınız iki grubun elinde uzun, ince bir ip gibi iki tarafından sündüre sündüre çekiştiriliyor. Kapanın elinde kalıyor.
***
Hemingway yaşasaydı bir öykü çıkartırdı bunlardan. Kısa cümlelerle. Yazarlık formülü, gazetecilik mesleğinin etkilerini taşıyan bir formüldü. "Lafı uzatmadan kullan. Kısa paragraflar kur. Hep canlı bir dili tercih et. Olumsuz değil, olumlu ifadeler seç." Buna inandı ve hep böyle yazdı. Ölümü de böyle kurguladı. Kısa, net, dolaysız. Hayatına son verecek tüfeği kendisi gidip seçti, dükkânda denedi, satın aldı. Kimseye bir şey hissettirmeden. Edebiyat tarihinde intihar eden epeyce yazar vardır ama genellikle kimse tüfekle intiharı seçmez. Hemingway bu anlamda da bir ayrıkotu olarak kaldı.
Yaz çocuğuydu. Ama hayat boyu sonbaharda yaşadı. Amerika´da, Idaho´daki mezar taşında şu kelimelerin yazması tesadüf değil: "O en çok sonbaharı sevdi... "
23.07.2009