Sağlığına dikkat etmemek bir sanatçı hastalığıdır. Üstelik bulaşıcıdır. Bu hastalığa yakalananlar kendilerini lime lime edip hırpalayarak yaşar. Doğu, Batı, Kuzey, Güney... Geçmişte ve bugün hangi yöne giderseniz gidin, bedenine eziyet etmeyi vazife bilen birtakım sanatçılara rastlarsınız muhakkak. Ressamlar, şairler, müzisyenler, yazarlar, karikatüristler, film yönetmenleri.... Bakar bakmaz tanıyabilirsiniz onları. Yaşları genç bile olsa yaşlı bakar, yaşlı konuşurlar. Mutlu bile olsalar mutsuz bakar, mutsuz konuşurlar.
İşin tuhafı bu hastalığa yakalanıp da durumundan şikâyetçi olan pek yoktur. Tam tersine, kendini yıprattıkça daha çok, daha hızlı, daha delice yıpratmak ister insan. "Kendine rağmen yaşamak" bir sanattır. Bilen bilir. Yıkıcı, yakıcı, hoyrat ve haşin bir enerji topudur ki ellerinin arasında topaç gibi çevrilir. Böyle yaşar kimileri. Zımpara kağıdı gibi kullanırlar yüreklerini. Sırf incitmek için sevdiklerini. En çok da kendilerini. Dillerinin altında buzdan bir hançer taşıyan insanlar vardır. Sinek gördü mü kaçırmayan kurbağa gibi onlar da bir fırsat çıkmayagörsün hızla çıkarır dillerini; yanlarındaki insanı durduk yerde iğneler, sevgililerini acıtırlar. Boş zamanlarında ya da yalnız kaldıklarında kendilerini kanatan insanlar vardır. Elleri, dizleri, yürekleri görünmez yara bantlarıyla, sargılarla kaplıdır. O görünmez yaralan görebilmek için onlardan biri olmak gerekir.
Fransa´nın gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından Jean Paul Sartre günde iki paket sigara içer, aralarda boş kaldıkça bir pipo yakmayı ihmal etmezdi. Konuşmayı seven bir adamdı; kelimelerini dumanla taçlandırıp öyle havaya salıveren.... Sık sık içki içer, hızını alamadığı günlerde amfetamin ve benzeri kimyasallar tüketirdi. Beyniyle deneyler yapmaya kalkar, beynini bir deney hayvanı gibi incelemeye alırdı. Uçuktu. Zordu. Kadınları anladığı, hatta sevdiği şüpheliydi ama kadınlar tarafından ne çok sevildi. Bedenini hep hor kullandı. Bir çok yazar gibi o da bedenini beynine amade yaptı. Tüm ömrü boyunca sarhoş kalmaya çalıştı; bu dünyaya ayık gözlerle bakmaya tahammül edemiyormuşçasma. Şimdilerde ise Fransa´da yazarın posterleri basılırken elindeki sigara bilgisayarda siliniyor. Gençler ondan etkilenip sigaraya özenmesin diye Sartre´in elinden düşmeyen sigarası resimlerinden kaldırılıyor.
Balzac ve kahvesi, Camus ve sigarası.... KRSK, yani ´Kendine Rağmen Sanat Kulübü´nün müdavimleri durmayı bilmezler ve bilseler bile zaten durmak istemezler; sigarayı, kahveyi ve aşkı bağımlılıkla talep ederler. Bağımlılıkla ve bencillikle. Ve bir de sık sık hayal ile hakikat, ölüm ile yaşam, dünyevi ile uhrevi arasındaki o incecik sınırda gezinmek isterler. Daha da zorlamak için kalıpları, gözlerini bir ipek eşarpla bağlayıp, ellerini iki yana açarak, ipte cambaz gibi yürürler hayatın kıyısında... ha düştü ha düşecek.....
"Nereden biliyorsun bunları?" diye sorarsanız bir sürü teorik cevap verebilirim size. Kitaplardan, filmlerden, romanlardan örnekler.... Ama hepsinin ayağı azıcık havada kalır. Hepsi tüyden bir bulut gibi süzülür eğer bir şeyi daha eklemezsem: "Kendimden". Kendimden biliyorum. Kendi hallerimden.
Senelerce her kitabımı kendimi yıpratarak yazdığım ve bedenimi ihmal etmeyi marifet saydığım ve etrafımda buna benzer daha nice sanatçı vakası gördüğüm ve onların da
serüvenlerine tanıklık ettiğim için aşinayım bu yaşam tarzına. Sigara, kahve, sigara, kahve.... eşliğinde günler haftalar aylar mevsimlerce kapanarak yazmak ve bedenini değil sağlıklı ya da dinç kılmak, neredeyse "öteki" belleyerek itmek, ötelemek.... "Beyni" tahta oturturken, "bedeni" küçümsemek.... Pinhan´ı yazarken ana gıdam kahve ve sigaraydı. Mahrem´i yazarken çubuk kraker ve sigara. Araf ı yazarken yeşil elma ve sigara.... Böyle böyle yazıldı romanlar. Şimdi sigarayı seneler evvel bırakmış, kahveyi çoktan azaltmış vaziyette mutfakta çocuklarıma havuçlu brokoli çorbası ya da vitaminli portakal suları hazırlarken o eski hâlim geliyor gözümün önüne. Uzaktan el sallıyoruz birbirimize.....
"N´aber görüşmeyeli?" diyor eski hâlim gözlerini kısarak. "Bakıyorum artık sigarasız yazıyorsun. Sen de mi uydun yoksa toplu yasağa? Sen de mi uydun bu sağlıklı beslenme-yoga-detoks modalarına.....? Kereviz suyu içerek roman yazılır mı?"
Cevap vermiyorum. Çünkü biliyorum ki ne desem yanlış anlayacak, ne söylesem kızacak. Çünkü biliyorum ki hırçın olmayı sevdiği için hırçın kalacak.
Doğru, aylarca ekşi elmayla beslenerek roman yazmıyorum artık. Üstelik sigarasız da yazmanın mümkün olduğunu öğrendiğimden beri sayfalar daha kolay akıyor. Gene de ne zaman dumanlı hayat tarzına sahip ve "kendine rağmen yaşayan bir sanatçı" görsem, yanma yaklaşıp avuçlarımın içinde saklamak istiyorum güm güm atan yüreğini. Eflatun bir mücevher gibi. O hırçın enerjinin nasıl da kıymetli ve sahici ama bir o kadar deli ve kişiyi yok edici olduğunu bildiğimden şefkatle bakıyorum. Ama bunları anlatamıyor, hislerimi kendime saklıyorum. Çünkü biliyorum ki şefkat ´Kendine Rağmen Sanat Kulübü´nün üyelerinin en sevmediği şeydir. Ve sen ne dersen de onlar kendi yakıtlarını tüketinceye kadar bu şekilde yaşamaya devam edecektir.
26.07.2009