AŞKIN binbir yüzü, binbir hali var. Etrafımız birbirine zerre kadar benzemeyen sevda hikâyeleriyle dolu. Öyle çiftler tanıyoruz ki, aralarında ciddi yaş farkı mevcut. Böyle kabulleniyoruz onları. Böyle güzeller çünkü. Yakışıyorlar birbirlerine. Öyle çiftler tanıyoruz ki, tüm imkânsızlıklara rağmen bir araya gelmişler, sımsıkı tutunmuşlar hayata. Onları da kabulleniyoruz seve seve.
Keza öyle çiftler var ki, eski hayatlarını tamamen yıkarak kendi evliliklerini kurabilmişler ancak. Yeni bir başlangıç yapabilmek için her şeyden vazgeçmeleri gerekmiş. Yasaklara, tabulara, önyargılara rağmen birbirlerini sevmişler ve sevgilerini kabul ettirmişler. Uzaktan bakınca bilemiyoruz tam olarak ne yaşadıklarını. Yargılamak, yaftalamak en kolayı. Yargılamaktan, yaftalamaktan kaçınmak durumundayız. Çünkü hepimiz aslında gayet iyi biliyoruz ki, aşk dediğin tek bir reçeteye uymuyor. Ne tek bir formülü var, ne herkese uyan bir kalıbı. Aşkın binbir hikâyesi var; her biri farklı farklı.
* * *
İşadamı Halis Toprak´ın, torunu yaşındaki bir genç kızla evlenmesi tüm Türkiye´de epeyce patırtı kopardı. Taraflar kendilerini savunmaya çalıştı. Savundukça belki de daha beter oldu. İlgili ilgisiz herkes bu konuda bir şeyler yazdı çizdi. Bense bu hengâmeye dalmadan, meseleyi şahıslar üzerine kurmadan, olayın bir başka boyutuna dikkat çekmek istiyorum.
Bir an için gelin, son derece basit ama temel bir varsayımda bulunalım: Şayet Halis Toprak medyanın karşısına çıkıp da "Evet tepkinizi anlıyorum. Haklısınız, ortada sıradışı bir evlilik var. Ama bilin ki dostlar, ben âşık oldum. Biz birbirimize âşık olduk!" deseydi, diyebilseydi, sizce gene aynı tepkileri verir miydik?
Sanmıyorum. O zaman düzlem tamamen değişirdi. Eğer ortada "aşk" olsaydı ya da aşk konuşuluyor olsaydı (ve tabii bir de her iki kişi de 18 yaş üstü, yani reşit olsaydı), muhtemelen basındaki köşe yazarlarından sokaktaki vatandaşa kadar herkesin tepkisi çok daha farklı olurdu. Öyleyse medyanın ve kamuoyunun bu evliliğe bu kadar olumsuz bir nazarla bakmasının ve durumu ayıplamasının tek sebebi, karı koca arasındaki derin yaş farkı değil.
Neticede iki yetişkin insan arasındaki evlilik, rızaya ve özgür iradeye ve özgür tercihlere dayandığı müddetçe sadece onları ilgilendirir. Ama problemli olan, gelinin reşit olmaması ve hadisenin yaşanma biçimi olduğu kadar, Halis Toprak´ın aşktan fersah fersah uzak kalan açıklamaları oldu. İşte hepimizin, "Bu kadar da olmaz ki!" dediğimiz yer orasıydı.
Peki "aşktan uzak gibi duran, erkeği merkeze alan yaklaşım" sadece bu örnekle mi sınırlı? Tabii ki hayır. Halis Toprak aslında Türkiye´de çok daha derine giden ataerkil bir zihniyeti dışa vurmuş oldu, o kadar. Bu ülkede kaç erkek, "Bana bakacak biri lazım" diyerek yeniden evlenmeye kalkıyor? Komşularımız, akrabalarımız, tanıdıklarımız arasında bu lafı eden ya da edebilecek ne çok kişi var!
* * *
2001-2007 yıllarına ait evlilik ve boşanma istatistikleri yeni yayınlandı. Buna göre ortalama evlenme yaşı erkekler için 27.7, kadınlar için 23.8. Türkiye´de evlilik yaşı giderek yükseliyor. Bu sevindirici bir nokta. (Hoş, bana kalsa kimse otuz beşinden evvel evlenmemeli ya, o da başka mesele. İdealimdeki evlilik yaş ortalaması şöyle: Erkekler için 35.5, kadınlar için 35.6)
Verilere göre ülkemizde 16-19 yaşları arasında 185 kız, 60 yaş ve üzeri erkeklerle dünya evine girdi. Toplam evlilik sayısının 4 milyon 150 bin 972 çift olduğu düşünülünce bu çok büyük bir oran gibi durmuyor ama üzerinde düşünmeye değer. Gene aynı yaşlarda 156 genç kızın 55-59 yaş arasındaki erkeklerle evlendiği ortaya çıktı. 50-54 yaş arasındakilerle evlenenlerin sayısı ise 265.
Öyleyse geçtiğimiz yedi sene içinde toplam 606 genç kızımız, kendilerinden hayli büyük erkeklerle evlenmiş (ya da evlendirilmiş). Bunların içinden kaç tanesi hakiki aşk? Kaç tanesi aşktan fersah fersah uzak? Hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bildiğimiz tek şey şu:
Kadınların temel vazifesinin kocalarına hizmet etmek olduğuna inanan (ve bunu açık açık söylemeyen) çok kişi var bu memlekette. Kadın ile erkeği kâğıt üzerinde bile eşit görmeyen; kadını insan gibi değil, beden olarak gören ve "hemşire, dadı, bakıcı, hizmetçi, aşçı..." gibi rollere indirgeyen bir köklü algı.... Ve ne yazık ki bu yanılgı salt erkeklerle sınırlı değil. Kadınlar da buna inanıyor. İşte bu kadınlar kendi erkek çocuklarını aynı ataerkil zihniyetle yetiştirdikleri müddetçe toplum olarak biz bu kısırdöngüden zor çıkarız.
Şahıslar üzerine gidip, insanları magazinleştirerek ya da isimleri aşağılayıp öteleyerek hiçbir yere varamayız. Değiştirmemiz gereken şey, bizzat hepimizin içinde kök salmış olan ataerkil zihniyettir. Gelin kolaysa bunu konuşalım...
13.08.2009