. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Hırs var, bi de hırs var...

 

Bir kıtadan bir kıtaya uçan yolcuların el bavullarından pek çok şeyi çıkartıyorlar artık. Sıvı malzemeler, parfüm şişeleri, hatta saç jöleleri... Malum, birer birer alınıyor çantalardan. Bence bunlara ek olarak bir de Dil Muhafızları konulmalı havaalanlarına. Şöyle iri yarı, izbandut gibi, gözlüklü, sert ve ciddi çehreli, entelektüel tipler... Ellerinde kelebek ağı gibi incecik ağlar ve plastik eldivenler. Dikkatle açıp bakıyorlar yolcuların bavullarına. Meğer kelime avına çıkmışlar. Hangi kelimeleri ve kavramları bırakmanız gerektiğini söylüyorlar. Hatta bir de kelime koklayan kurt köpekleri olmalı. El çantalarımızda taşıdığımız kelimeler arasında sınırdan geçiş yapamayacak olanlar varsa, koklayarak bulmalılar. Seyahat ettiğimiz ülkelerin kültürüne göre hangi kelimeleri yanımıza alabileceğimizi, hangi kelimeleri taşıyamayacağımızı önceden bizlere söyleyen bir muhafız ya da kılavuz olmalı. Çünkü öyle kelimeler var ki, farklı ülkelerde bambaşka anlamlar edinmekteler. İşte bu kelimelerden bir tanesi: Hırs!

Amerika´da birini övmek isterseniz "Vay be, ne hırslı adam!" dersiniz. Türkiye´de birine hakaret etmek isterseniz "Vay be, ne hırslı adam!" dersiniz. Aynı cümle apayrı iki intiba bırakır duyanlarda. Aynı kelime taban tabana zıt iki anlam doğurur. Gene Amerika´da bir yazarın bir başka yazarın kitabına övgü vermesi son derece olağan sayılır. Piyasaya çıkan hemen her kitap arkasında benzer methiyeler taşır. Bu methiyelere yakından bakarsanız, "hırs" kelimesinin ne kadar olumlu anlamda kullanıldığını hemen fark edersiniz. "Bu son derece hırslı kitabında yazar, geniş ve zor bir konuyu ele almış" ya da "Filanca son derece hırslı bir yazar; işini tutkuyla yapıyor." Şimdi aynı cümlelerin bir Türk yazarın kitabının arkasına konduğunu düşünün. "Filanca hırslı bir yazar... " dediğiniz anda bu düpedüz eleştiri sayılır. Attığınız gül, yanlışlıkla taş anlaşılır.

Çoğu Batı toplumunda hırslı olmak demek, "Aklına koyduğunu yapmak, bir hedefe odaklanmak, uğraşmak ve azimli olmak" demek. Bizde ise kültürel kodlar tamamen farklı. Bizde hırsın anlamı: "Tamahkârlık, maddiyatçılık, başkalarının omuzlarına basmak ve en önemlisi, haddini bilmemek" demek. (Halbuki tarihte ve bugün kendi alanında başarılı olmuş sıradışı insanlara bakın. Hiçbiri "haddini bilmemiş"tir aslında. Had, bu anlamda, "hudut", yani sınır demektir. Tabii ki yaratıcı insan önüne çekilen maddi ve manevi hudutları aşmaya gayret edecektir. Sanatçı olup da hırslı olmayana rastlanmamıştır.)

Bizse hırslı olduğunu düşündüğümüz insanları bir kalemde "Hop" diye çiziveririz. Genele ve bütüne uymayan renkleri şöyle bir kenara itmek isteriz. Yaratıcılığı ve farklılığı şüpheyle karşılar, her fırsatta bir burun sürteriz. Eski köye yeni adet getirenlere derhal tepki duyar, bir alanda farklı bir şey yapmaya kalkanları anında "hırslı" olmakla itham ederiz. Hele farklı bir şeyler yapmak isteyenin yaşı genç ise, şüphelerimiz artar. Hele bir dursun bakalım, saysın yerinde. Hele bir yıllansın ve yaşlansın; emekliliğini alsın, delice fikirlerini o zaman gerçekleştirmeye kalksın... Nüfusu bu kadar genç olup da gençlere ve gençliğe bu kadar az güvenen bir toplum oluşumuz neden?

Her meslek grubu kendi içinde durağan bir adadır aslında. Durağan ve tutucu. Dişçiler birbirlerini nasıl sevmez ve birbirlerinin yaptığı işi asla beğenmezse; her kuaför illâ ki sözleşmiş gibi saçınızı kendisinden evvel kesen kuaföre bir araba dolusu laf etmeyi vazife bellemişse; bankacılar bankacıları, siyasetçiler siyasetçileri, akademisyenler akademisyenleri, gazeteciler gazetecileri ve reklamcılar da birbirlerini katiyyen beğenmezler, sevmezler. Egoların balon gibi şişkin ve yüksekte olduğu meslek gruplarında durum daha da vahim bir hal alır. Mesela sanatçılar! Mesela yazarlar!

Roman sanatların en yalnızıdır. İlk sayfadan son sayfaya kadar tek başına yoğun üretim gerektirdiğinden romancılar hep kardeşsiz "tek çocuk" olarak kalırlar. Bizler ekip çalışması nedir bilmeyiz. Başkalarıyla ortak üretmenin inceliklerine vakıf değiliz. Kendimizi bir hayal dünyasının merkezine yerleştirip, oradan yazıyoruz. Haftalar, aylar, mevsimler, bazen seneler boyu hayali roman karakterlerimize annelik ve babalık ederek yaşıyoruz. Yeterince semiz olan egolarımız daha da şişiyor roman yazarken. Ben bu yaşa geldim, bir romancının bir başka romancı hakkında olumlu iki çift kelime ettiğine henüz pek tanık olamadım (kıymetli istisnalar hariç). Hele iki yazar benzer alanlarda, benzer stillerde yazıyorsa! Hele benzer yaş gruplarından ya da yaşam tarzlarından geliyorlarsa, mümkünü yok birbirlerini beğenmezler! O onu "hırslı" olmakla eleştirir, beriki onu "daha da hırslı" olmakla itham eder.

Biz romancılar ve şairler genelde birbirimize "Üç Sabit Fiil" politikasıyla yaklaşırız: "Görmedim, Okumadım, İlgilenmiyorum." Yeni bir yazar mı çıktı piyasaya ya da mevcut bir şair ya da romancı yeni bir iş mi yaptı, cevabımız hemen hazırdır: "Görmedim, Okumadım, İlgilenmiyorum." Böylece kendimizi kimseyi beğenmemeye şartlandırarak yaşar gideriz. Ara sıra köşeye sıkıştığımız olur. Mesela gazeteci milleti muziptir, tutar sorar, "Acaba hangi yerli yazarları beğeniyorsunuz?" O zaman yazar köşeye sıkışır, bir cevap vermesi gerekir ya, dikkat edin genelde beğenilen yerli yazarlar çoktan vefat etmiş yazarlardır. Romancılar ve şairler birbirlerini hayattayken kolay kolay beğenmez, ancak tarihte kalınca takdir edebilir. En sevdiğimiz yazarlar ölü yazarlardır.

Bu kadar mı şartlanmışız birbirimizi beğenmemeye? Bu kadar mı ağırımıza gidiyor tek olmamak, biricik olmamak, bu geçici hayaller ve hikâyeler saltanatında sultan olmamak? Bir hakikati artık kabul etmemiz lâzım. Ne kadar evvel kabul edersek o kadar iyi. Kültür ve sanat dünyasında monarşi yok ve olmayacak. Ne bir yazar, ne bir şarkıcı, ne bir şair, ne bir karikatürüst, ne bir ressam... Kimsenin monarşisi değil kültür ve sanat. Sadece siyasi yapılara değil, edebiyat dünyasına da daha olgun, daha oturmuş bir demokrasi lâzım.

Dil, sadece kelimelerden, cümle yapılarından, gramerden ibaret değil. Dil aynı zamanda bir toplumun bireylerinin hayal gücü haritası ve düşünce sistematiği demek. "Hırs" var, bir de "heva" var... İkisi aynı şey değil. Başkalarına kötülük etmeyen, kimseyle bir derdi ya da kavgası olmayan, sadece kendi alanında işini iyi yapmayı amaçlayan, bir tek kendiyle rekabet halinde kalan bir "hırslı ve yaratıcı insan" türü var. Her alanda. Etrafımızda. Gelin bugün onları yüreklendirelim. İlk defa birini hırslı olduğu için yermek yerine, daha da çok üretmeye teşvik edelim....

 

23.08.2009

 

İzlenme : 5123
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us